Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ANADOLU AYDINLANMASI

Medreselerde  Kelâm-ı Kadîm yazan yazıcılar çok ise de çarşıda  esnaf defteri yazacak ve hesaptan rakam ve kara cümle bilen birkaç  ihtiyarla muharrir-i acizden başka kimse yok idi. Vaktâki “1283” (1867)* Anadolu’da Osmanlının anlamı nedir? Anadolu neresidir ki, Osmanlı mirası olarak kalsın, Anadolu, Osmanlının vergi topladığı, asker topladığı, buğday, aş topladığı bir mekândan öte bir şey olmuş mu ki, Anadolu Osmanlı mirasının taşıyıcısı olsun. Eğer Anadolu’yu İstanbul’dan ibaret sayarsanız elbette bu tez haklı ve gerçekçi olur, ama Anadolu İstanbul’dan ibaret değildir. Batıda ki birkaç şehir dışında, Osmanlı Anadolu’ya ne bırakmıştır. Belki birkaç ufak cami, ya eğitim kurumu var mıdır? Anadolu cehaleti neyin eseriydi. Doğru düzgün ne okuyan var, ne yazan var. Tek bildiği atadan kalma o yüce kitabın lafızdan okunması, anlamını fark etmeden. O halde nasıl diyebilirsiniz ki, bir Osmanlı medeniyeti Anadolu’ya damgasını vurmuştur. Anadolu’nun neresindedir 600 yıllık

İSLAMCILIĞIN ZAFERİ

“Ve yahova “bunların hepsi tek kavim,” dedi.”konuştukları dil aynı, giriştikleri işi yarıda bırakacağa benzemiyorlar. Gelin de, toprağa inelim, dillerini ayıralım şunların: Birbirlerini anlayamaz olsunlar.” Ve Âdemoğulları kentlerini kuramadılar, oraya Babil dendi. Babil, yani karışıklık.” (Meriç, 2012:78) Toplumsal yapılar tarihsel temellerden ayrı düşünülemez. Toplumsal değişmeler uzun zamanlara yayılır, bu yüzden Türkiye’deki düşünce hareketlerini incelemek tarihsel ve sosyolojik bir bakışı da gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin bugünkü görünümünün temelinde 18. yy. da meydana gelen Fransız İhtilali’nin etkisi büyüktür. Fransız ihtilalinin, daha birçok etken sebebiyle, Osmanlı imparatorluğu büyük bir çatırtıyla çöktü. Bu çöküşün içerisinden cumhuriyet adında bir rejim doğdu. Tıpkı Fransız İhtilalinin vaat ettiği gibi, eşitlik “ama kimlerin eşit olacağı” hürriyet “ama kimlerin hür olacağı” adalet “ ama kime adalet sağlanacağı” sorunu, toplumsal bir belirsizliği ve ça

Coğrafyanın Hüznü

Bay  ka’nın coğrafyasında hüzün vardır, ama adalet yoktur. Öyle bir yer ki, her türlü acıyı saklar bağrında, her türlü yaşanmışlığı saklar bağrında, ama kimseye adalet getirmez bay ka’nın coğrafyası. İşte bay ka da bu coğrafyada olmayan adaletle yaşamın getirdiği her türlü yüke cesurca katlanmaktadır. Bu yüzden bir savaşçıdır adalet arayan bir savaşçıdır.  Bay ka sokağa çıkıp, çekip kılıcını adalet istediğini haykırmak istiyor. Olmayan, ülkesinin olmayan yasalarından güç alan bay ka, savaşmak istiyor bütün yanlış şeylerle. Sesinin tonu boğuktur, bildiği bütün hikayelerde ki kahramanlar gibi vardır bay ka, boğuk sessiyle olmayan, gerçekleşmeyen duygularıyla bir savaşçıdır. Öyle bir coğrafyanın savaşçısıdır ki, iki yüzlülüğün, ihanetin yalanın dolanın coğrafyasındadır. Bu coğrafyanın yalnız acıları, hüzünleri gerçektir geri kalan her şeyi sahtedir, korsandır. Geri kalan her şey bu coğrafya da ihanete açıktır, yalandır. bay ka bu kirli coğrafyada, kendine gömülü yaşayan

HARFLER VE SESLER

Aynada gördüğüm kim. Ben miyim? Ben daha dün çocuktum. Harman yerleri vardı, ben kara lastik giyerdim. Elektrik yoktu, evi aydınlatan küçük bir gaz lambasıydı.gaz lambasının ışığında okuma telaşı,harfler karanlığın içinden akıp gidiyor. Sanki harfler karanlığı aydınlatıyor. Harflar dolandı boynuma Harflar öldürür mü insanı. Hangi harf hangi karanlığa ışık tutar ki, seni kelimeler aydınlatabilsin, senin kelimelerin ışık olsun karanlığa. İnsan sade söz olur mu? Yalnızca söz, anlam? Anladım gördükçe zaman ne kadar kötüymüş, ne kadar anlamdan sözden, insandan yoksunmuş, ne tuhaf gidecek yer yok. İnsan ne kadar uzak olabilir Kendinden. Aynada gördüğüm kim. Ben miyim? Ben daha dün …hiçbir şey olmamış gibiydi. Ama zaman akmış, olan olmuştu. Artık baktığım ben değilim. Gördüğümde. Teşekkürler hayat

OSMANLININ SON MİRASI

“Kemalist ideoloji yerden bitme bir ucube değil, Osmanlı İmparatorluğu'nda III.Selim ile yoğun olarak başlayan batılılaşma çabasının en somut ürünü olarak tepeden dayatılmış bir Osmanlı eseridir.” Türklerin İslamiyet’i kabulü hiçbir zorlama olmadan gerçekleştiği tarihçilerin ortak yargılarından bir tanesidir. Türklerin dinamik, göçer bir nüfus olarak İslam’a katılmaları, İslam’ı yeni bir dünyayla tanıştırmasına neden olmuştur. Çünkü bu hareketli topluluk, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış, İslam’ı Anadolu’nun en uçlarına, Hindistan’ın içleri kadar taşımışlardır. Müslüman olmayan Türkler ise büyük oranda tarih sahnesinde farklı bir kimliğe bürünmüştür. Bunlar Türk dahi sayılmamıştır. Lewis'e göre(2004) "Türk milleti ve kültürü, hatta bir bakıma Türkçe'nin kendisi son bin yıl içinde mevcut olduğu şekliyle hep İslamlık içinde doğdular. Bu güne kadar Türk deyimi putperest Çuvaş ve Hristiyan Gagavuzlar gibi Türk aslından ve dilinden olsalar veya İstanbul Hristiy

TÜRKİYEYİ SURİYEDE DURDURMAK

........... Türkiye kendi gücünün ve etki alanını fark etti, keşfetmek için açıldı. Tabi bu büyük bir açılımda aynı zamanda batı düzenine bir meydan okuyuştu. Elbette bu meydan okuyuş cevapsız kalmayacaktı, herkes bütün bu sömürü çarkının devamını isteyen herkes, düzenin sürmesi için Türkiye’yi durdurmak için her seçeneği denediler, denemeye devam ediyorlar. Pkk kartı, kürt meselesi, son olarak Suriye meselesi. Bütün bu meselelerin mesajı açık Türkiye yerinde dur. Sana buradan pay vermeyiz. Pazar açmayız. En büyük sınırımız olan Suriye sınırı bir taraftan orta doğunun kapısı ama bir taraftan da Türkiye’nin istikrarsızlaştırılmasının kolaylaştığı kapı olması açısından en tehlikeli oyun alanı olarak Türkiye’nin durdurulma projesinin bir ayağı olarak Türkiye’nin karşısına konmuş durumda.Çünkü Suriye Türkiye’nin bir benzeri olan ülkeydi. Bir çok etnik, dini,mezhepsel unsurun uzantıları Türkiye kendi içinde barındırmaktaydı. Zaten bu yüzden Suriye konunda Türkiye’de taraflar ortaya

Basit Bir Olay, Büyük Bir Ruh.

Zil çaldı, derse girdim, arka sıranın altında bir bayrak,yerde ayak altında.sıra boştu.bir öğrenciye getirttim, katlayıp cebime koydum. ertesi gün bir kürt çocuğu öğrencime, olayı anlattım, çıkartıp bayrağı gösterdim.o da bana ver hocam,dedi. yıkatırım ben, dedi. bende, benim evde bir tane var, dedim.sende kalsın, dedim.Yazık binlerce insanın kanı var,dedi. emaneti devraldı.o hepimize ait bir emanete sahip çıkacak. Selçukluda olduğu gibi anadolunun yeniden yükselişi için çalışacak. hep birlikte, güçlü bir ülke için. *Sadece kayıt altına almak istediğim bir olaydır.

KLASİK ÇAĞDA TÜRK

   Türklerin klasik çağda Osmanlı İmparatorluğunda nasıl algılandığını, son zamanlarda okuduğum eserlerde, daha çok aşiretler halinde yaşayan, göçer, kaba saba, merkezden uzakta anlamlarına geldiğini görmek benim için şaşırtıcı oluyor. Elbette Osmanlı imparatorluğu bir Oğuz-Kayı aşireti olduğunu vurgulasa da, sistemin içindeki hiyerarşide, bürokratik yapıda Türk unsurunun çok geçerli bir yerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Bernard Lewis, "Modern Türkiye’nin Doğuşu" adlı eserinde; “Göçebe Türk aşiretlerinin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki önemi esas olarak bir etnik hazne olması bakımındandır. Onlar gerçek egemen unsur değildiler ve devlet ve egemen gruplar tarafından daha çok güvensizlik ve hor görme olarak karşılanıyorlardı.”s.10 “Osmanlıda Türk, Anadolu köylerinin Türkçe konuşan cahil ve kaba köylülerini ifade etmek üzere daha çok küçültücü bir anlamda idi. Bunu İstanbullu bir Osmanlı Efendisi için kullanmak bir hakaret olurdu.*s.1 Fuad Köprülü'nün, "Makalel

TARİH NEYİ YAZACAK

Tellallar çıkarsak, meydan meydan bağırsalar, şehir şehir haykırsalar. Bahar geldi dağlarımıza diye,ev ev dolaşıp anlatsalar, kalbimizin huzurunu, artık kimsenin başının öne eğilmeyeceğini, el ele nasıl bir dünya kuracağımızı. Davul zurna çaldırsak, şehirlerin orta yerlerinde, mahalle aralarında Karandeniz horona dursa, Ege zeybek oynasa, Sivas,Diyarbekir halaya dursa. Bahar geldi dağlarımıza diye, Cudiye,Yüksekovaya bahar geldi diye.kimse ölmeyecek diye, kardeş kanı Bu topraklara akmayacak diye,ne kadar sevinsek, ne kadar kalbimiz Neşeyle dolsa azdır. Az gelir. Bitmeyen sürgit devam devam eden Kardeş kavgası nihayet sona eriyor. İyimserim evet, çünkü umutluyum, genç çocuklar dağlarda,karanlıkta kardeş kurşunlarına hedef olmayacaklar.kürt çocukları kafalarına bir bomba ne zaman düşer korkusuyla yaşamayacaklar. Cudi dağı evi olacak kardeşlerin, sarılacaklar, kucaklaşacaklar.Güneşi fark edecekler, dağların, yaşamın güzelliğini fark edecekler.O bilge di

“TARAFLAR VE DÜŞMANLAR -“

Ah acımasız ve ahlaksız gerçek. Ah kör akıl. Kör inanç, sığ yaşantılar. Kurban olmaya hazır askerler. öldürmeye hazır militanlar. Batıl inançlar. Susmayan kötülüğün sesi.  Şeytanın üflediği kötülük. Bütün sahte inançlar…perdede oynayan Hacivat ve karagöz oyunu. Taraflar ve düşmanlar.* Bay kanın herhangi bir kimse olarak politik yaşantıları hakkında konuşmak elbette mümkün çünkü o da nihayetinde herkes kadar bir yerde duruyor. Öyle değil midir? Herkesin durduğu bir yer mutlaka vardır. Anarşisti, dindarı, liberali, darbecisi, islamcısı,  …vs uzayıp giden bu bütün tarafların durduğu bir yer vardır.Tam olarak şöyle ifade edilir; her kişi kadar da bir taraf vardır. Öyleyse bay ka’nın da politik bir duruşunun olması hiç yadırganmamalı. Bay ka’nın bu konuda nerede doğduğu önemli, aslında en temel konudur – insan bütün inançlarını doğduğu çevrede kazanır. Bütün kültürel kodlarını, kavramsal sistematiğini(dizi) kendi mahallesinden alır. Bu durumda aslında taraf dediğimiz şey