Ana içeriğe atla

TÜRKİYEYİ SURİYEDE DURDURMAK


...........
Türkiye kendi gücünün ve etki alanını fark etti, keşfetmek için açıldı. Tabi bu büyük bir açılımda aynı zamanda batı düzenine bir meydan okuyuştu. Elbette bu meydan okuyuş cevapsız kalmayacaktı, herkes bütün bu sömürü çarkının devamını isteyen herkes, düzenin sürmesi için Türkiye’yi durdurmak için her seçeneği denediler, denemeye devam ediyorlar. Pkk kartı, kürt meselesi, son olarak Suriye meselesi. Bütün bu meselelerin mesajı açık Türkiye yerinde dur. Sana buradan pay vermeyiz. Pazar açmayız.

En büyük sınırımız olan Suriye sınırı bir taraftan orta doğunun kapısı ama bir taraftan da Türkiye’nin istikrarsızlaştırılmasının kolaylaştığı kapı olması açısından en tehlikeli oyun alanı olarak Türkiye’nin durdurulma projesinin bir ayağı olarak Türkiye’nin karşısına konmuş durumda.Çünkü Suriye Türkiye’nin bir benzeri olan ülkeydi. Bir çok etnik, dini,mezhepsel unsurun uzantıları Türkiye kendi içinde barındırmaktaydı. Zaten bu yüzden Suriye konunda Türkiye’de taraflar ortaya çıktı ve yeni çatışma kaynakları ateşlenmiş oldu.

Türkiye’nin kendi içinde yeni çatışma alanlarının doğması  Türkiye’nin ayağına yeni prangalar, yeni zincirler vurulması, Türkiye’nin orta doğuda durdurulması anlamına gelmektedir. Suriye kazanılmalı ki Türkiye kazançlı çıksın bu süreçten, ama görünen o ki aslında batı Türkiye’nin Suriye de kazanmasını istememektedir. Tam tersine orada istikrarsız, çatışmalı bir alanı tutmak istiyorlar. Hem Türkiye zayıflatılıyor. Hem de terör için yeni mekan yaratılıyor.

Bu yeni alan en temelde israilin işine yarayabilir, çünkü gelecekte burada yeni topraklar kazanabilir, Türkiye’ye saldırmak için yeni bir üs alanı olarak kullanabilir. Bu yüzden Esed’in gitmesini aslında kimse istemiyor. Çünkü Türkiye’nin ilerleyişini, gelişmesini durduruyor. Bu demek oluyor ki bölge de aslında hiçbir şey değişmemiş, her şey aslında istenen yönde gerçekleşmiş oluyor.



Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund