Ana içeriğe atla

Değersizligin Yüceltilmesi


Bir toplumda yüceltilen şey aslında o toplumun bir yansımasıdır. Ahlakının inancının bir yansımadır. Yani toplumun özünde ne varsa karşıda gördüğü şey, alkışladığı, ötekileştirdiği veya önemli kıldığı ne varsa işte o özünden ortaya çıkar. Bu durumda izlediğim, gördüğüm her şey bilirim ki bu toplumun bir parçası, bir yansımasıdır.

Sanat ötelenmiş, kimlik ötelenmiş, şahsiyet ötelenmiş, eğitim dediğimiz şey ucubeler topluluğu*yaratmakla meşgul, aydınları az bilmiş “her devrin adamı” profilindeler. Yayın organları ya da yayılan şey ne kadar ucuz ve sıradansa, ne kadar içi boşsa o kadar değer verilen içerikle yüklü. Buradan yayılan şeyler, hayır bu toplumun dışında ki şeyler denebilir mi?

Bir çöplükten pis kokular yayılıyor. Kimse diyebilir mi o çöplüğü biz kullanmıyoruz. Kaçınılmaz olarak herkesin katkı sağladığı bu kötü kokular saçan çöplük, bir şekilde bütün her yeri sarıyor, evlerin içini sokakları…işte bu kötü kokunun en önde ki yayıcıları (demogogları, reklamcıları, artisteri,şöhretleri…vs) ayak takımının**yansıttığı şey toplumun bir yansımasıdır.

*ucube topluluğu: test çözen, test sınavlarından başarı yakalayıp mevki ve saygınlık kazanan ve bunu bir üstünlük vesilesi sayan az bilgisiyle krallar gibi kendini idare eden okumayan okullular tiplemeleridir.
**ayak takımı:toplumun sözde elitleri, iyi beslenmiş, köklü ailelere mensup, doğuştan itibarlı ve sözü geçer her türlü imtiyaza ve söz hakkına sahip kitle.

"6 temmuz 2011" tarihli.

Yorumlar

GEÇEN YIL

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund