Ana içeriğe atla

Hedef Erdoğan

Bir sosyolojik tespit olarak, Türkiye’nin istikrarının Sayın Erdoğan’dan geçtiği düşünülüyor, eğer Sayın Erdoğan giderse, Türkiye eskisi gibi olur. Krizler, siyasi anlaşmazlıklar, kurulamayan hükümetler ve bir birine düşman, kavgalı partiler.

Ortada aksini düşündürecek siyasi bir atmosfer yok, çünkü iktidara aday muhalefet partileri bile mevcut değil.

Chp’nin hayali iktidar olabilir, ama tek derdi var. Değerler, kimlikler ve bunun dışında hiçbir önerileri yok. Ekonomi batabilir, kaos olabilir ama bunlar önemli değil, chp’ye göre tek önemli şey var. İslam’ın sembolleri.

Mhp derseniz; bu durumunu mecliste muhafaza etmek istiyor. Biz böyle güzeliz, dokunmayın anlayışında.

Bdp ise kendini Kürtçü çizgiden zaten çıkarmıyor, çıkarmak da istemiyor. Varsa yoksa kendi Kürtleri.

Bu partilerin dışında hizmet hareketi var ki, Kemalistlere göre, cemaat kime destek verirse o iktidar olur, bunun en somut örneği de Ecevit hükümetinde ortaya çıkmıştı.

Zaten İslamcılar da cemaatin pragmatik olduğu bilir.

Siyaset sahnesinden Sayın Erdoğan’ı alırsanız seçenekler bunlar. Bu hareketlerin bir araya gelmesi mümkün mü?  Ya da buradan bir iktidar çıkar mı? Elbette oyun kurucular bunun farkında, bu yüzden hedefe Sayın Erdoğan’ı koyuyorlar.

Böyle bir sosyal mühendislik çalışması; Sayın Erdoğan’ın (tuzak) dediği şey, her türlü şekilde deneniyor. Hem kitleler üzerinden, hem cemaat üzerinden, hem de partinin zayıf halkaları üzerinden deneniyor.

Erdoğan düşerse hükümet düşer, ak partinin o geniş tabanlı oy dağılımı savrulur, buradan da siyasi bir kriz çıkararak, Pakistan gibi, Irak gibi, Mısır gibi, daha ilerisi Suriye gibi bir manzarayı önümüze koymak istiyorlar.

Çünkü;

Bir Alman’ın,İngiliz’in,Amerikalı’nın..vs  her gün hayatını huzurlu bir şekilde geçirmesi için, onların konforu için, coğrafyada kaos, kan, gözyaşı olması gerekiyor. Petrolu, gazı ayaklarımızın altından bedava çekip alsınlar diye.


Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund