Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Diren Kemalizm!

Ak parti bir dönem daha seçimleri kazanırsa, muhtemel Kemalistlerin hepsini kaybedeceğiz, ulusalcı birinin gezi süreciyle ilgili bana söylediği bir cümle de:”duvarlar üzerime geliyor, sokaklar dar geliyor, nefes alamıyorum” ulusalcıların nasıl bir ruh hali içinde olduğunu özetliyordu. Hayatında eksik olan hiçbir şey yok, alkolünü alıyor, istediği tatile gidiyor, istediği mekânlarda geziyor. Ama dünyayı yine de bunaltıcı bir yer olarak görüyordu, elbette bu bunaltının temelinde kültürel ve ideolojik kayıp duygusundan başka bir şey olduğunu düşünemeyiz. Niçin bu kadar bunaltı yaşıyor? Üstelik bir psikolog! Ulusalcıların yaşadığı her kayıp onları daha bir marjinalleştiriyor, öfkelerini kontrol edemez hale getiriyor. Yani kaybedilen her seçim, biraz daha nefret demek, biraz daha öfke ve şiddet demek oluyor onlar için, çünkü hiçbir zaman kazanamayacaklarını biliyorlar. Chp bu şiddeti sistematik olarak üretmeye devam ediyor. Hatta öyle bir ifadeyle bunu açıkça ilan ettik ki, chp’nin

Gelin Tanış Olalım;

Kamu otoritesi kendi halklarıyla tanışıyor. Yüzlerce yıl Anadolu’nun bozkırlarında unutulmuş Türkmen Alevi’sini tanıyor, Sunni'sini tanıyor, dağların arasında kalmış Kürtlerini tanıyor,  Dersim’in kayıp kızlarını tanıyor. Öyle uzun bir liste ki, buraya yazmakla bitmez. Bu kadar çeşitlilik bir zenginlik olarak algılanabilir, örneğin benim; terbiye düsturlarımdan biri de alevi bir lise arkadaşımın söylediği “eline, diline, beline hâkim ol” ilkesiydi, bu çeşitlik hem de çok açıklı hikâyelerin gün yüzüne çıkması demektir. Mesela “Dersim’in kayıp kızlarının olduğu öğrendik” Toplumsal çeşitliğin görünür olması herkesi bir hesaplaşmanın içerisine itiyor. Büyük oranda bir birbirini yok sayma, ya da kendinden sayma algısı hâkim olmuş durumdadır. Kapılarını çalmadığınıza göre, onlarla konuşmadığınıza göre, ötekini de kendinizden saymanızın ne anlamı var! Son örneği ise cem bir ibadet midir yoksa bir ritüel midir tartışmasında ortaya çıktı. Bu soruları akademik olarak tartışabiliriz,

Sosyoloji, Marksizm ve Ben

Sosyoloji fakültemden bana kalan ne sorusunu her zaman sordum. O okul hayatlarımın bende bıraktığı izleri, birikimleri her zaman sorgulamaya çalıştım. Çarklar arasında kaldığımı fark ediyorum, sistemler arasında nasıl öğütüldüğümü, hiçbir şeye benzemeyen süreçlerden nasıl geçtiğimin her zaman farkında oldum.  Bu sorulara, bu durumlara akıllıca cevaplarım olmadı, hep hatayı kendimde buldum, demek ki milletin akıllısı ben değilim zaten Türkiye de akıllı insan demek, cebini dolduran insan demektir, kafasını dolduran insan demek değildir, e bizimde cebimiz boş olduğuna göre o kadar da akıllı olamadığımız(!) aşikârdır. Sosyolojinin kapısından içeri girdiğimizde, karşımıza temel bir içerik olarak markist ideolojiye dayanan bir malumat yığını çıktı. Bu ideolojinin bilimselliğine inanan çok sayıda “hoca” sıfatı verilmiş zevat da vardı. Başlar yukarda, omuzlar dik, gözler uzağa bakar, (batı) ezberlerini pek ciddiyetle sunan bazı zevatlardı. Sosyoloji öğrencilerinin büyük bir kısmı

Körleşme

“Söyleminde Emek, Ekmek ve Devrim gibi bir içerik olsaydı gerçekten saygı duyardım. Ama elinde İphone telefonunla dillendirdiğin Halk Devrimi teması oldukça tarihi bağlamından kopuk görünüyor.“ Her şey politik bir içerik kazandı. Kavramların sosyolojik ve tarihi bağlamı kayboluyor. Her hareket, her davranış siyasi bir yaftalamayla karşı karşıya kalıyor. Politik yaftalama yaygınlık kazandıkça da sosyal ve siyasal çatışmanın yaygınlık kazanma ihtimalini ortaya çıkarıyor. Sürekli bir linç kültürü doğuyor. Kendinden olmayanı, aynı düşünmeyeni linç ederek ortadan kaldırmak, tarafların birbirinin düşüncelerine olan tahammülsüzlükleri körleşmenin nasıl bir boyut kazandığını göstermektedir. Öyle ki bu çatışma büyük oranda kavramların yanlış anlaşılmasından farklı anlamlar yüklenmesinden kaynaklanmaktadır, yani büyük oranda içeriksiz bir çatışma kültürü önümüze serilmiş durumdadır. Her kesimde ve her düzeyde bir çatışmanın doğması an meselesi. Çünkü kavramlara keyfi anlamlar yük

Baki’den

Gitdi Kayser kasrınuñ tâk u revâkı kalmadı Nice Kisrâ geçdi tâk u tumturâkı kalmadı Bezm-i kesretden biz en evvel götürdük ayagı Meclis âhir oldı gitdi bâde sâkî kalmadı Şevk u zevk ehli çekildi biz dahı yâ Hû didük Zevki gitdi ‘âlemüñ ehl-i mezâkı kalmadı Tolu urmış tarlaya döndürdi devrân sohbeti   Câm sınmış mey dökilmiş dest-i sâkî kalmadı Gam degül Bâkî bekâ semtine kılsa irtihâl Nice şehler bu fenâ mülkinde bâkî kalmadı Baki’den Ey göñül a’yân-ı devlet içre himmet kalmadı Kimden umarsın kerem ehl-i mürüvvet kalmadı  Nefse nefsi oldı ‘âlem her kişi hayretdedür Kimseden hîç kimseye dermâna tâkat kalmadı Ey dirîgâ lutf u ihsânuñ kapusın yapdılar Zikri hayr olsun dinür sâhib-sa’âdet kalmadı Gel zuhûr it kandasın ey Mehdî-i sâhib-kırân Kim cihânda zâhir olmaduk ‘alâmet kalmadı Câhil ü nâ-dân oh gör ister isen mertebe Kim kemâl ehline Bâkî şimdi ragbet kalmadı

SOSYOLOGLAR VE GÖÇMEN MESELESİ

İçişleri Bakanlığı bünyesinde Göç İdaresi birimi kuruldu diye bir açıklama yayınlandı. Bu açıklamaya bir ara sevindim, sosyologlar nihayet sahaya inecek dedim,  Göçmenlerle ilgili projeler üretilecek diye umutlandım. Bunun iyi bir adım olduğunu düşündüm. Ama orada istihdam edilecek sosyolog kadrosunu görünce şaşırdım, toplam istihdam edilecek sosyolog kadrosu 20 kişi idi. Kadroların gerisi malum işte. Umutlarım tekrar suya düştü. Aynı dar görüş, oysa göç meselesi, sosyolojinin ana konularından bir tanesidir. Yani bir yerde göç varsa, göçmen varsa, hemen yanı başında sosyolog olması gerekiyor. Bunu kendi mesleğimi yüceltmek için söylemiyorum, bir realiteden söz ediyorum. Sosyologsuz sosyal sorunların çözülemeyeceğine inandığım için söylüyorum. Suriye’de savaşın süreceği açık görünüyor. Kısa vadede savaş bitmeyecek. İç savaş uzun bir zamana yayılacak gibi görünüyor. Her gün kapıya Suriye’den binlerce insan dayanıyor. İçerde Suriyeli 500 binin üzerinde insan yaşıyor. Tel örgüler

Demokrasinin Sonu: Hesaplaşma

“Tarihi bir hesaplaşmanın kapısındayız, hem tarihle hesaplaşacağız, hem de herkes birbirinden hesap soracağa benziyor. Umarım bunu hafif yararlarla atlatarak daha güçlü bir topluma dönüşürüz.“ Türk cumhuriyet devletinin kuruluşunda tek tipleştirme projesi hâkimdi. Bunun çeşitli nedenleri var. Hem dönemin uluslaşma mücadeleleri hem de Osmanlının çöküşünde azınlıkların yaptıkları, imparatorluğun Türk subaylarını oldukça rahatsız etmiş olmalı. Çanakkale de Müslüman ulusların evlatları direnirken, İstanbul’da azınlıkların yaptıkları herkesin dikkatini çekiyordu. Yani kan ağlayan bir millet, diğer tarafta gelen işgalcilere çiçekler sunan azınlıklar. Nihayetinde bütün savaş süreçleri bittikten sonra yeni bir idari merkez yeni bir idari rejim devlet için gerçekleştirildi. Baskıcıydı, tek tipleştiriciydi. Herkesi bir ulus şemsiyesi altında toplayarak, bunun dışında ki hareketleri ayrılıkçı olarak gören ve bastıran bir rejim vardı. Rejim bütün ayrılıkçı unsuları yok etmesi üzer

Değişimin zorbalığı

Değişimin zorbalığı “Bir tekke arzulayan ruhumla, görsele, değişime teslim olan ve zamana göre kendini konumlayan aklım arasında sürgit devam eden bir çatışma var” Değişmek kaçınılmazdır, çünkü insan kolayı sever. Zorluktan kaçmayı tercih eder. Bu yüzden hayatını kolaylaştıran ne varsa buyur eder içeriye, onun ne getireceğini çok önemsemez, zararlarını düşünmez, kaybettireceklerini hesap etmez. Bu değişim sürecinin çok insani olduğunu düşünmüyorum. İnsan doğası bu kadar hızlı değişim için uygun değil gibi, çünkü tarihin akışıyla, yüz yılın akışı arasında nasıl bir zamansal orantısızlık olduğunu bir düşünün. İnsanların çakmak taşıyla ne kadar uzun zaman ateş yatkılarını bir düşünün. Şimdi anlık algılar, teknolojiler, sözler değişiyor. Bu değişime direnmek bir tür delilik anlamına gelir. Zamana ait şeyleri kaçırmak demektir. Ama insanın ruhu bu kadar metalaşmayı kaldırır mı? Baktığın dünya bir metadan ibaret kalıyor. Her şeyi satın alarak var oluyoruz. Bitmek bilme

Fî'l-münâcâti

54.  İlâhî ente gaffâru'l-zünûbî İlâhî ente settâru'l-uyûbî 55.  İlâhî ente keşşâfu'l-kürûbî İlâhî ente ‘allâmu'l-guyûbî 56.  Dilerem evvelâ zâtuñ hakı-çün        Sıfât u zikr ü âyâtuñ hakı-çün 57.  Cemâl u behcet ü hilmüñ hakı-çün Kemâl ü kudret ü gılmuñ hakı-çün 58.  Gınâ vu ‘izz ü ikrâmuñ hakı-çün ‘        Atâ vu ‘avf u in’âmuñ hakı-çün 59.  Habîbu'llâh Ahmed hürmeti-çün Ebû'l-Kâsım Muhammed ‘izzeti-çün 60.  Nebînüñ hil’ati tâcı hakı-çün Şeb-i esrâda mi’râcı hakı-çün 61.  Cemî’-i âl u ashâbı hakı-çün Kamu etbâ’ı ahbâbı hakı-çün 62.  İlâhî enbiyâlar ‘izzeti-çün Hudâyâ evliyâlar hürmeti-çün 63.  Feleklerde melâyikler hakı-çün Benî âdemde sâlikler hakı-çün 64.  Yolında sıdk-ıla ‘âbidler-içün Riyâsız girçegin zâhidler-içün 65.  Giceler tâ seher kâîmler-içün Seherler tâ mesâ sâîmler içün 66.  Muhiblerüñ gözi yaşı hakı-çün Yürek zahmı ciger yaşı hakı-çün 67.  Habîbüñden cüdâ ‘âşıklar-içün

Kardeşlik Simülasyonu

“Buradaki her şey bir simülasyondur.” Toplumsal dönüşümler basit eylemlerle gerçeklemez, uzun bir çabayı gerektirir. Türkiye de İslamcılığında da böyle bir çabası her zaman mevcut idi. Ama son on yıllık iktidar hali bu süreci sekteye uğratmış olabilir. İktidar suçludur argümanından yola çıkmıyorum. Kimseyi de bu konuda suçlamıyorum. Doğal olan bir şey var ki, sahip olduğun şey zamanla sana sahip oluyor. Yabancılaşıyorsun, başkalaşıyorsun ve unutuyorsun geçmişi. Çünkü insan doğası gereği unutkandır, insan çıkarları gereği ise unutkanlaşır. İnsanlar dönüşüm ve değişim arzularını bırakıp kendilerini toplumdan soyutladılar. Kendilerine korunaklı siteler kurmaya başladılar. İktidardan elde edilen kazançla korunaklı siteler kurdular. O sitelere ben hiç girmedim, sanırım güvenlik duvarları da aşılamaz. Her sitenin bir güvenlik duvarı vardır. Güvenlikçileri vardır. Sitelerde insanlar nasıl yaşarlar bilmem. Çünkü ben sadece köyü bilirim, mahalleyi bilirim.  Bazen de bir sosyo

Son Kale Türkiye

  Silahların varlığı bir tehdittir. Silahlar sahnede kaldığı sürece illa ki birileri tetiğe basmak için çaba sarf edecek ve bir gün biri tetiğe dokunacaktır. Örgütün niyeti gerçekten barış mı? Devlete geçmişin hesabını soruyorlar, ama örgüt bir dağda ve hesap verir gibi durmuyor. Örgüte de hesap sorulmalı. Ergenekon ortaklığının hesabı sorulmalı. Yani herkes hesap vermeli. Ama Kürt hareketi tek taraflı olarak devletten hesap sormak istiyor. Her şeyi tek taraflı olarak istiyor. Biz burada kalacağız ve siz istediğimiz her şeyi yapacaksınız. Elbette bu özgüvenin varlığı silahlardan geliyor, onlar uğruna ölecek Kürtlerden geliyor. Yoksa herkes makul bir aşamaya gelmişti zaten. Savaşı kışkırtmak, savaşmak için nedenleri ne? Kürtçü hareket demokrasi deyip duruyor. Öyle geniş ve soyut bir şeyden söz ediyor ki, hem de öyle bir tabana oturtuyor ki, Türkiye halklarının demokratik hakları; gerçekten bu cümleden ne anlaşılması gerektiği konusunda o kadar emin olamıyorum. Kürtçü

Aristokrasi Sokağa Düştü

Hadiselerin ardı arkası kesilmiyor. Bir yerden düğmeye basılmış izlenimi veren olaylar bütün yaz boyu devam etti, kışa kadar da süreceğe benziyor. Elbette öyle bir düğme yok, burada komploya kayacak değilim, ama komplo izlenimini de bir yere not etmek istiyorum. Sosyal olayların nedenleri vardır. Bu nedenlerin başında ise ak partiye karşı kazanamayan kesimlerin, kendi açılarından iktidarı ele geçirmek için sabırsızlanıyorlar. Yani sokakta şiddet üreterek, çatışmayı geniş alanlara yayarak hükümetin düşmesini umut ediyorlar.öyle ileri gidiyorlar ki, ülkenin zaafa uğraması, güçsüz düşmesi umurlarında değil, bilakis bundan mutlu olabiliyorlar. En son olimpiyatlarda ki tutumları buna örnek oldu. Bu olayların ardında ekonomik nedenler vardır diyemeyiz, çünkü öyle bir argüman kullanmıyorlar. Yoksul kesimlerin eylemlerinden oluşmadığı ortada, eylemlerin mahalleri özellikle Ankara’da belirli bir gelir düzeyinde olan insanlardan oluştuğu görülmektedir. Türkiye için ne kadar iy

Bazı Sosyolojik Tespitler

Parti, Erdoğan ve cemaat ilişkisi üzerine: Erdoğan otoriter değil, karizmatik. Herkes eskiden öyle bir liderimiz olsun ki, vursun yumruğunu masaya, kendini tüm dünyaya dinletsin diye söylenirdi. Şimdi öyle bir lider var; ama fazla otoriter bulunuyor, benim açımdan bu otoriterlik değil, Erdoğan’ın karizmatik gücü ve etkisinden kaynaklanmaktadır. Demokratik liderlik mi yoksa karizmatik liderlik mi? İşte mesele. Eski siyasetçilerimiz biraz incelense, büyük oranda vazife adamı, devletin ve dünyanın kendilerine verilen görevleri yapan, durumu idare eden tiplemelerdi. Tabi eskilerden Erbakan hocayı ayırmak lazım, kaç tane lider vardır ki, kendini bir “adil düzen” hayaline adayan, ömrü boyunca bunu anlatan ve sonunda da toplumu ikna ederek oy alan. Türkiye ilk defa cumhuriyet tarihinde karizmatik bir liderle tanıştı. Gücünü ve etkisini kendinden alan ve bunu topluma aktaran bir liderlik türüdür. Erdoğan’a olan nefretin ve sevginin aynı oranda aşırılıklar içermesinin özünde bu

DEMOKRASİ VE RENKLER

Modern demokratik devlet gücünü yasalardan alır. Temel yasa ise anayasadır. Orada kamu otoritesinin nasıl olması gerektiği, nerede başlayıp nerede bittiği biçimlendirilir. Anayasa aynı zamanda kamu otoritesi karşısında bireyin konumunu da belirler. Bireyin varlığı ve devletin varlığı birbirine çok bağlıdır. Demokratik bir devlette bireyin yeri önemlidir. Tarihsel deneyimler, insanlığı bu noktaya taşımıştır. Birey demokratik bir devlette en geniş haklara sahiptir. Ama bireyin kamu otoritesi karşısında ki bu geniş hakları zaman zaman devlet açısından bir soruna dönüşmektedir. İşgallerin, merdiven boyamaların, kamu otoritesine yönelen tehditlerin bir hak olup olmadığı meselesi sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazılarına göre bu demokratik bir haktır, bazılarına göre hakların kötüye kullanmasıdır. Başka bir örneği ise merdivenlerin renklenmesinde görülmektedir. Birey sahip olduğu eylem gücü ve haklarıyla, eline fırçayı alıp ortak kullanıma ait merdivenleri boyaması bera

Sosyal Yapımız ve İstanbul Beyzadeleri

“Anadolu’daki Türkler ve Kürtler Hem gericiydiler, hem çirkindiler, hem de kötü giyimliydiler.” Dönemin Ankara’sı, İstanbul’un okumuşlarının taşındığı yerdi. Herkes birbirini tanıyordu. Benzer okullar okumuşlar, batı “değerleri”yle pişmiş kişilerdi. Anadolu ise yılların savaş yorgunu, bir varoluş ve yok oluş mücadelesi içine geçirmişti. Alilerin, Ahmetlerin, Mehmetlerin hangi cephelerde öldüğü bile bilinmiyordu. Giden gelir miydi, giden gelmiyordu zaten. Anadolu insanı ise, karasabanla topraktan ekmeğini çıkarıyor. Birkaç inek ve koyunla yaşamını sürdürüyordu. Göç hareketleri oluyor Balkanlardan akın akın insan geliyor, doğudan batıdan her yerden göç geliyordu. Anadolu herkese kapısını açmıştı, toprak tüm göçerlere yeterdi. Anadolu bir imparatorluğun arta kalanıydı. İmparatorluk çökerken geride bir enkaz bırakmıştı. İstanbul’un okumuşları Anadolu’yu yeniden biçimlendiriyordu. “köylü milletin efendisiydi”, “din geri bırakmıştı”, “medreseler, tekkeler yasaklanıyor”, ça

Başka Türlü Demokrasi?

Demokrasi Ortadoğu’da rayından çıkıyor. Demokrasinin zihinsel zemini, kültürel atmosferi yok. Bu yüzden yaşamıyor, hemen devriliyor. Ankara demokrasi trenini onlarca yıldır rayında tutmaya çalışıyor. Zaten demokrasi treni henüz Ankara’dan başka bir başkente ulaşamadı. Bu da bize gösteriyor ki, demokrasi bu iklimde yaşamıyor, yaşayamıyor. Demokrasi tek seçenek değil, tarih bunun dışında ki örneklerle dolu, Selçuklu modeli olabilir, Osmanlı modeli olabilir. Elbette padişahlıktan söz etmiyorum, toplumların barış içinde, herkesin hakkını aldığı bir düzenden söz ediyorum. Bunun arayışları sürdürmek, coğrafya da yaşayan herkesin üzerine bir ödevdir. Adaletli bir yönetim şeklini bulmak zorundayız. Demokrasinin bölgeye barış getireceği düşüncesi bir hayalden ibarettir. Çünkü taraflar, bölgede yaşayan kimseler haklarına kavuşacağına inanmıyor. Kim iktidara gelirse hemen başkasının hakkını sınırlıyor, ona yaşama hakkı tanımıyor. Mısır da bunun örneğini yaşıyoruz, en geniş toplumsal kesi