Ana içeriğe atla

Aristokrasi Sokağa Düştü



Hadiselerin ardı arkası kesilmiyor. Bir yerden düğmeye basılmış izlenimi veren olaylar bütün yaz boyu devam etti, kışa kadar da süreceğe benziyor. Elbette öyle bir düğme yok, burada komploya kayacak değilim, ama komplo izlenimini de bir yere not etmek istiyorum.

Sosyal olayların nedenleri vardır. Bu nedenlerin başında ise ak partiye karşı kazanamayan kesimlerin, kendi açılarından iktidarı ele geçirmek için sabırsızlanıyorlar. Yani sokakta şiddet üreterek, çatışmayı geniş alanlara yayarak hükümetin düşmesini umut ediyorlar.öyle ileri gidiyorlar ki, ülkenin zaafa uğraması, güçsüz düşmesi umurlarında değil, bilakis bundan mutlu olabiliyorlar. En son olimpiyatlarda ki tutumları buna örnek oldu.

Bu olayların ardında ekonomik nedenler vardır diyemeyiz, çünkü öyle bir argüman kullanmıyorlar. Yoksul kesimlerin eylemlerinden oluşmadığı ortada, eylemlerin mahalleri özellikle Ankara’da belirli bir gelir düzeyinde olan insanlardan oluştuğu görülmektedir.

Türkiye için ne kadar iyi şey varsa batsın noktasındalar. Yeter ki şu parti, lider iktidardan gitsin. Oysa o parti ve liderin ardında olan kesimleri fark etmiyorlar. Ya da hele şu parti gitsin de, biz o kitlenin icabına bakarız mı diyorlar acaba; gerçi bunun örneğini başörtülüye karşı eylemleriyle odtü’de sergilediler.

Başörtüsünün varlığını tanımayacak ona yaşam alanı vermeyeceksin, sonra ağaçlara çok çağdaş sarılarak, kimliğini gücünü ağaca yaslayacaksın. Bunun “akıldışı” bir şey olduğunun farkındayım. O yüzden üzerinde fazla durmayacağım.

Hindistan’da olsalar ineğe sarılırlardı.
Anadolu’nun Müslüman olduğunu unuttular herhalde.

Ak partinin niçin oy aldığını hep yanlış şeylere bağlayıp, oy verenleri “makarnacı,kömürcü” diye aşağılamaları, bunlar açısından kandırılmış cahil zavallı halk algısının tarihi epeyce eskidir. Yani bu ilerici kesimler halka her zaman öyle baktılar. Halk kandırılıyor, diye bağıranlar, halka yalan söyleniyor diyenler, kendilerini halktan ayrı bir şey sanıyorlar. Ya da halktan daha akıllı sanıyorlar.

Yoksullar, sokaktayken, bunlar izledi.
Kürtler sokaktayken, bunlar izledi.
Muhafazakârlar sokaktayken, bunlar izledi.
Bunlar eski Türkiye’de olan şeylerin seyircileriydi.
O zaman izledikleri kitleleri şimdi yanlarında görmek istiyorlar.


İnsanlara sarılın, ağaçlara değil.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund