Ana içeriğe atla

Bazı Sosyolojik Tespitler


Parti, Erdoğan ve cemaat ilişkisi üzerine:

Erdoğan otoriter değil, karizmatik.
Herkes eskiden öyle bir liderimiz olsun ki, vursun yumruğunu masaya, kendini tüm dünyaya dinletsin diye söylenirdi. Şimdi öyle bir lider var; ama fazla otoriter bulunuyor, benim açımdan bu otoriterlik değil, Erdoğan’ın karizmatik gücü ve etkisinden kaynaklanmaktadır.

Demokratik liderlik mi yoksa karizmatik liderlik mi? İşte mesele. Eski siyasetçilerimiz biraz incelense, büyük oranda vazife adamı, devletin ve dünyanın kendilerine verilen görevleri yapan, durumu idare eden tiplemelerdi. Tabi eskilerden Erbakan hocayı ayırmak lazım, kaç tane lider vardır ki, kendini bir “adil düzen” hayaline adayan, ömrü boyunca bunu anlatan ve sonunda da toplumu ikna ederek oy alan.

Türkiye ilk defa cumhuriyet tarihinde karizmatik bir liderle tanıştı. Gücünü ve etkisini kendinden alan ve bunu topluma aktaran bir liderlik türüdür. Erdoğan’a olan nefretin ve sevginin aynı oranda aşırılıklar içermesinin özünde bu yatmaktadır.

Cemaat merkeze yerleşiyor.
Cemaatle, parti arasında arka planda ne oluyor bilmem, ama bazı sosyolojik tespitler var ki, bunları aktarmak istiyorum. Cemaat muhtemelen Erdoğan’ın son söylemlerindeki İslamcı tonu benimsemiyor, onun radikalleştiğini düşünüyor. Bu yüzden kendini partinin yanından merkeze doğru alıyor. Geziye besledikleri sempati, ayrıca cami ve cemevi açılımı bunun bir göstergesidir. Kamplaşmış toplumun tam ortasına giriyor. Bu kısa vadede karlı gibi görünüyor, bütün toplumla barış içinde olmak, ama kimse düşmanlığını unutmuyor, evinizin kapısından giren insan hiçbir zaman dost olmayacaktır.

Cemaat bir parti değil, ama parti gibi hareket etme eğilimi yüksek. Tabi bunda sahip olduğu ekonomik gücün etkisi var, bürokratik gücün etkisi var. Sahip olduğu şeylerle siyasete ve devlete yön vermek istiyor.

Gülen hareketi, klasik anlamıyla bir cemaat değildir, cemaat diye ifade edilen şey aslında büyük bir şirketler topluluğunu ifade eder. Cemaat bir şirkettir, şirketin öncelikleri her zaman farklıdır. Eğer bir de bu şirket küresel hale gelmişse, orada birçok şey “dini” açıdan sorgulanmaya açıktır. Zaten onların davası da dünyaya “sevgi” yaymaktır.

Demokratik bir toplumda, parti cemaatten daha önemlidir.
Demokratik bir toplumda öncelik cemaat olamaz, tek öncelik olabilir o da milletin iradesini, reyini yansıtan partidir. Partinin haklarının gasbı aslında verilen oyların tanınmaması demektir. Burada partinin önemini vurgulamamın özünde, bireylerin seçme iradelerinin öneminden kaynaklanmaktadır.

Seçme iradesi ve davranışı demokrasinin özüdür. Özgürlük dediğimiz şeyde budur zaten, seçme eylemdir. Bu yüzden herkes siyasal anlamıyla birbirinin seçimine saygı duymak zorundadır.


Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund