Ana içeriğe atla

Diren Kemalizm!

Ak parti bir dönem daha seçimleri kazanırsa, muhtemel Kemalistlerin hepsini kaybedeceğiz, ulusalcı birinin gezi süreciyle ilgili bana söylediği bir cümle de:”duvarlar üzerime geliyor, sokaklar dar geliyor, nefes alamıyorum” ulusalcıların nasıl bir ruh hali içinde olduğunu özetliyordu.

Hayatında eksik olan hiçbir şey yok, alkolünü alıyor, istediği tatile gidiyor, istediği mekânlarda geziyor. Ama dünyayı yine de bunaltıcı bir yer olarak görüyordu, elbette bu bunaltının temelinde kültürel ve ideolojik kayıp duygusundan başka bir şey olduğunu düşünemeyiz. Niçin bu kadar bunaltı yaşıyor? Üstelik bir psikolog!

Ulusalcıların yaşadığı her kayıp onları daha bir marjinalleştiriyor, öfkelerini kontrol edemez hale getiriyor. Yani kaybedilen her seçim, biraz daha nefret demek, biraz daha öfke ve şiddet demek oluyor onlar için, çünkü hiçbir zaman kazanamayacaklarını biliyorlar. Chp bu şiddeti sistematik olarak üretmeye devam ediyor. Hatta öyle bir ifadeyle bunu açıkça ilan ettik ki, chp’nin genel başkanı,”başbakana diktatör diyorum, milletvekillerimiz eylemlerde, işte daha nasıl muhalefet olsun ki” diye serzenişte bulunmasının altında, kendince başarılı bir muhalefet yürüttüğü algısı, şiddeti bir muhalefet biçimi olarak benimsediğinin açık ifadesidir.

Bir parti şiddeti propaganda şekli olarak belirler ise, bir parti bütün muhalefetini şiddet üzerinden kurgularsa elbette o partinin demokrasilerde yeri olamaz. Öyle bir noktaya gelmişler ki, kazanmanın tek yolu olarak şiddetti görüyorlar, kaostan, yalandan, palalıdan siyasal bir sonuç elde etmeyi hayal ediyorlar.  

Eskiden orduları vardı, gelirdi onlar adına sistemi düzeltir giderdi. Şimdi bir orduları yok. Ellerinde aydınlık dergisinin icadı “Mustafa kemalin askerleri” var. Bu askerlerin içerisinde pek çok kesim var. Bir de Barboras şansal var.

Her şeyi bir araç olarak kullanma yaratıcı zekâlarını gösteriyor ulusalcılar! Sanki yeni bir yöntemmiş gibi büyük bir kahramanlıkla propaganda yapıyorlar. Herkesi de salak zannediyorlar. Bu yüzden, palalı tutup sokağa salıyorlar, sonra da onu Fas’a (fes çağrışımı yapsın da, çağdaş ilkeleri hatırlatalım mı diye düşündüler acaba!) kaçırıyorlar; tabi nasılsa Ortadoğu’ya gidiyor ya, demek ki bu palalı Ortadoğu’yla ilişkili, İslam’la ilişkili, korkunç bir tip.

Buradan yola çıkarak, bak ak partililer palalı geziyor diye ağza gelen her şeyi söyleyen sözüm ona “aydın” kesimde her halde azıcık olsa da yüzlerinde bir morluk oluşur, gerçi birçok duygu bu süreçte epeyce yozlaştı.

Darbeyi alkışlayıp, sonra da biz ne kadar demokratik insanlarız diyen, gazetecimiz, pop sosyoloğumuz olduğuna göre, burada hiçbir onurlu duygudan söz edemeyiz.



Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund