Ana içeriğe atla

Son Kale Türkiye


 Silahların varlığı bir tehdittir. Silahlar sahnede kaldığı sürece illa ki birileri tetiğe basmak için çaba sarf edecek ve bir gün biri tetiğe dokunacaktır.

Örgütün niyeti gerçekten barış mı? Devlete geçmişin hesabını soruyorlar, ama örgüt bir dağda ve hesap verir gibi durmuyor. Örgüte de hesap sorulmalı. Ergenekon ortaklığının hesabı sorulmalı.

Yani herkes hesap vermeli. Ama Kürt hareketi tek taraflı olarak devletten hesap sormak istiyor. Her şeyi tek taraflı olarak istiyor. Biz burada kalacağız ve siz istediğimiz her şeyi yapacaksınız. Elbette bu özgüvenin varlığı silahlardan geliyor, onlar uğruna ölecek Kürtlerden geliyor. Yoksa herkes makul bir aşamaya gelmişti zaten.

Savaşı kışkırtmak, savaşmak için nedenleri ne? Kürtçü hareket demokrasi deyip duruyor. Öyle geniş ve soyut bir şeyden söz ediyor ki, hem de öyle bir tabana oturtuyor ki, Türkiye halklarının demokratik hakları; gerçekten bu cümleden ne anlaşılması gerektiği konusunda o kadar emin olamıyorum.

Kürtçü hareket Türkiye halkları derken içini, Ermeniler, Yezidiler, Süryaniler, Aleviler ile dolduruyor. Bu söylem Kürtlerin tamamı için geçerli olur mu orasını da bilemem. Çünkü Kürtçü hareketin ulusalcı gruplarla yan yana düşmesi de tarihin ve kaderin bir cilvesidir.

Son eylemlerde bunun pratiğini de ortaya koydular. Taksim çağrısı yaparak, devlete karşı demokratik haklarını savunan insanlarla yan yana durduğunu söyleyerek. Bu kadar puslu havada sokağa yalnızca avlanmaya çıkarsınız, ya da birileri sizi av haline getirmiştir. Bu açıdan herkes için üzerinde düşünülmesi gereken şey, bütün toplumu şiddetin içine çekecek bir sokak hareketine destek vermenin amacı ne olabilir?

Hedefe sürekli Erdoğan’ı, Ak partiyi koyuyorlar. Bu düşmanlığı da açık açık sergiliyorlar. Ak partinin dayandığı sosyolojik olguları görmezden geliyor ki, Türkiye de iki kişiden biri bu partiye oy vermiş bulunmakta.

Zaten istenen de kitlelerin karşılıklı çatışması mı? Türkiye’nin geride bıraktığını sandığı sokak çatışmaları, hatta iç savaş boyutuna varacak yaygın çatışma ortamı mı yaratmak mı? Bu çatışmayı üretmek için birileri canı pahasına, tahrik, provokasyon, yalan haber yaymakla meşgul.

Türkiye’de Ateşe odun taşıyan çok insan var. Bu ateşi de bizi ısıtmak için yakmadılar. Canımızı yakmak istiyorlar, Türk, Kürt,Alevi,Sünni diye ayırmadan hepimizi aynı kuyuya atıp üzerimize kapak kapatacaklar, çünkü Türkiye sadece Anadolu’da yaşayanların için değil, bütün Ortadoğu için önemlidir.



Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund