Ana içeriğe atla

SOSYOLOGLAR VE GÖÇMEN MESELESİ

İçişleri Bakanlığı bünyesinde Göç İdaresi birimi kuruldu diye bir açıklama yayınlandı. Bu açıklamaya bir ara sevindim, sosyologlar nihayet sahaya inecek dedim,  Göçmenlerle ilgili projeler üretilecek diye umutlandım. Bunun iyi bir adım olduğunu düşündüm. Ama orada istihdam edilecek sosyolog kadrosunu görünce şaşırdım, toplam istihdam edilecek sosyolog kadrosu 20 kişi idi. Kadroların gerisi malum işte.

Umutlarım tekrar suya düştü. Aynı dar görüş, oysa göç meselesi, sosyolojinin ana konularından bir tanesidir. Yani bir yerde göç varsa, göçmen varsa, hemen yanı başında sosyolog olması gerekiyor. Bunu kendi mesleğimi yüceltmek için söylemiyorum, bir realiteden söz ediyorum. Sosyologsuz sosyal sorunların çözülemeyeceğine inandığım için söylüyorum.

Suriye’de savaşın süreceği açık görünüyor. Kısa vadede savaş bitmeyecek. İç savaş uzun bir zamana yayılacak gibi görünüyor. Her gün kapıya Suriye’den binlerce insan dayanıyor. İçerde Suriyeli 500 binin üzerinde insan yaşıyor. Tel örgüler içinde, çadırlarda. Bunlar akraba topluluklar, aynı inançtan olan insanlar, yüzlerce yıl ortak dili ve tarihi paylaşıyoruz. Bunların ne hali varsa görsün düşüncesi “insanlık” dışı bir algıyı, bir vicdanı ifade eder ki, bu coğrafya da biz biliriz ki vicdanlı insanlar yaşar.

Bu insanlar ne olacak, devlet hem kendi kaynaklarını kullanarak hem de dış yardımlara bağlı olarak bu göçmenlere bakmaya devam mı edecek? Bu insanlar ne kadar daha çadırda yaşamaya dayanabilirler ki! Daha ne kadar tel örgüler içinde yaşamaya devam edebilir ki! Nihayetinde insan bunlar! Özgürlük talep edecekler, çalışmak isteyecekler, orada psikolojik ve sosyolojik sıkıntıların baş göstermesi an meselesi. O insanların çocukları var. Okul çağında ve okumayacaklar mı? O çocukları eğitimiyle ilgili ne tür projeler üretildi? Ya da bir proje var mı? Büyük bir insan kaynağı orada, üretmenden, hiçbir şey yapmadan sadece devletin eline bakarak mı oturacak? Bunun çok uzun zaman katlanılır bir şey olduğunu düşünmüyorum. Eninde sonunda bir sosyal patlama olacak, kamplardan büyük şehirlere doğru kaçış da başlayabilir.

Sokaklarda Suriyeli dilenciler, suç çeteleri mi görmek istiyoruz?

Osmanlının nasıl bir nüfus ve iskân politikası olduğunu düşünürsek, nüfus hareketlerinin ne kadar önemli bir mesele olduğu daha net anlaşılır. Hele Amerika, Almanya gibi ülkeleri var eden, kalkındıran, onlara dinamizm katan göçmenleri düşününce işin ne kadar ehemmiyet arz ettiğini görüyoruz. Buna son örneklerden bir tanesi ise yine 5 bin Suriyeli göçmeni Almanya’nın talep etmesidir. Bu 5 bin kişi vasıflı göçmen olmalı, varın gerisini siz düşünün!

Seyredecek miyiz? Yoksa göçmenlere dönük bir nüfus ve iskân politikası gerçekleştirecek miyiz? Elbette bir sosyolog olarak bu durumu izliyorum sadece, çünkü devlet çözmek için sosyologlara ihtiyaç duymuyor.

Ama Fehmi Koru’nun o meşhur cümlesini tekrar etmekten başka bir şey gelmiyor elimden “sosyologları sahaya” sürmenin vakti gelmedi mi?

Güncelleme:
Göç idaresi ilana çıktı, aldığı sosyolog sayısı 10 kişidir. bu sayı içinde 70 puanlık bir ingilizce puanı istiyor.
Neyi çözeceklerse böyle.


Göç idaresinin internet adresi: http://www.goc.gov.tr/

Yorumlar

GEÇEN YIL

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund