Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tarih Sahnesi

  “Tarihten ders alacağız, ama yeniden tarihi diriltmeye çalışmayacağız, zamanı geri alamayız, kendi mührümüzü taşıyan kendi medeniyetimizi kuracağız” Doğu Türkistan’dan Bağdat’a, Bağdat’tan Kudüs’e, Kudüs’ten Kabe’ye, Kabe’den Şam’a, Şam’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Bosna’ya bir yol olacak. İşte bizim haritamız bu. Bütün İslam milletlerinin kurtuluşu için tek çare kavuşmak, sınırları kaldırarak, ön yargıları kaldırarak, yozluğu, yobazlığı, katılığı kaldırarak, adaletsizlikle, cehaletle savaşarak.. İslamın nurlu ışığı altında kucaklaşacağız. Bizim tek adımız olacak “Müslim”, ne etnik kimliklerimiz, ne mezheplerimiz, ne de çıkarlarımız öncelik olacak. Sadece Müslim, yani teslim olmuş kardeşler olacağız. Adaleti gözeteceğiz, bir birimizin hukukuna saygı duyacağız. Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olacak bir anlayışla yeniden tarih sahnesine döneceğiz. Sakarya da Mustafa Kemal Paşa ve Anadolu’nun evlatları son meydan savaşını kazandılar. Yokluk içindeydiler, ezilmiş

Kızma Birader

Yaftalamak alışkanlık haline geldi. Oysa has düşünceler, rahat ortamlarda filiz verir. Yargılamanın olduğu, suçlamanın olduğu bir ortamdan yeni fikirler beklemek boşunadır. O yüzden sığlık, kitlenin niceliksel hâkimiyeti gündemi belirliyor. Bunun Türkiye’nin gerçek gündemi olduğunu düşünmüyorum. Okumuyorlar ama dünyanın en harika bilginleri imiş gibi davranan çokça insan var. İnsan gerçekten bunların karşısında konuşmaya utanıyor. Her şeyi kendileri biliyor ya, bizim bildiğimiz nedir ki? Böyle bir dünya dururken karşısınız da siz ne yapacaksınız; ya sizde başkalarının yaptığı gibi kolayca yaftalayama ayinlerine katılacaksınız, ya da bütün bunlara şuan da bu yazıda olduğu gibi meydan okuyacaksınız. Galiba ben meydan okumayı seviyorum. Önüme gelene nasıl olur da fitneci derim. Fitne kavramı dini bir kavram, ama bizim meselemiz iktidar meselesi, yani insanların çıkar savaşlarının içine getirip fitne kavramını yerleştirmenin anlamı ne! Elbette bir anlamı var bunun, iktidara di

Erdoğan Liderliği

Türkiye’de bir olgu var, başbakan Erdoğan! Girdiği her seçimi kazanmış, rakiplerine hiç alan bırakmamış bir lider profili. Hem yerli, hem güçlü, hem de karizmatik bir lider. Aynı zamanda yerli değerleri iliklerine kadar hisseden bir liderdir. Topluma ve çevresine kendi karizmatik mührünü vurmuştur. Türk siyasetine de kişisel rengini vermiştir. Elbette bu rakipler için kabul edilemezdir. Ama yapılacak çok bir şey yoktur. Çünkü karşınızda ki rakibiniz Erdoğan olunca, teslim olmaktan başka seçenek kalmıyor. Ak partide Erdoğan’ın rengini taşır, onun mührünü taşır. Kim ne derse desin, karizmatik liderliğini topluma benimsetmiştir. Bunu toplum zorla değil, içtenlikle benimsemiştir. Çünkü Erdoğan’ın rengini kendi renkleri bilmişlerdir. Sayın Erdoğan siyasetin epey önünde bir liderdir. Rakiplerinin entelektüel seviyesi ortadayken, kullandıkları kavramların çirkinliği, karamsarlığı, kötümserliği yeterince itici olmaktadır.  Chp genel başkanın kullandığı dil gibi. Hiç kimse, bu

Endülüsü Hiç Unutmayın

Ak parti Türkiye’yi öyle bir noktaya taşıdı ki buradan dönülmesi imkansız; yani eve dön çağrısı yapmak boşuna ve işe yaramaz. Çünkü ismet özelin dizelerinde olduğu gibi “öyle bir yol yürüyerek geldik ki, yağmur gibi eve dönemeyiz.” Eskiden olduğu gibi olsaydı, Türkiye ekonomik krizlerle, terörle boğuşur dururdu. Yöneticilerimizde hangi dünya abisine hizmet edeceklerini, parayı kimin çok vereceğini düşünür, durumu idare ederlerdi. Kemalistler ise o sırça köşklerinde çilingir sofralarında hep bir ağızdan andımız okurlar ve yahut onuncu yıl teranesini söyler dururlardı. Ak parti on yılda Türkiye’nin o tarihte olduğu gibi yeniden eski zindeliğine kavuşmasını sağladı. Bu da bölgede kurulmuş tezgâhları darmadağın etti, çünkü bu zinde güç bütün İslam milletlerine itici güç oluyor. Türkiye başardıysa, bizde başarırız inancı yaygınlaştı. İşte bu yüzden İslam’ın karşısında ki medeniyetlerin korkulu rüyası haline geldi. İsrail tamda bu korkunun somut tezahürlerini gösteriyor, Türkiye

Yasa Devleti Üzerine

Yasaların gücü kamusal desteğinden gelir, devletler çoğu zaman sosyolojik ihtiyaçlardan değil kamunun ihtiyaçlarından dolayı yasa yapar. Kamunun ihtiyaçlarını belirleyen, yönlendirende çıkar gruplarıdır. Çıkar gruplarının kim olduğu önemli değildir, yani hangi ideolojiden beslendikleri değil, daha çok çıkar gruplarının ne kadar kar elde edeceğiyle ilgilidir. Kamuya ait kaynakları kullananlar kimseler, kesimler bu çıkar gruplarını temsil edeler, bazen bir kapitalist bir hacıağa, bazen kapitalist bir tefeci, bazen de beş liralık bir kar için bütün ülkesini satacak iki yüzlü simsar olabilir. Ama nihayetinde arzu şudur:”benim kar’ım her şeyin üzerindedir.” Devlet çoğu zaman bu arzulara cevap verir, iktidarlar çevrelerine toplanan bu simsarlar yüzünden körleştirirler. Bunlar öyle perdeler asarlar ki evin içine, iktidar oradan ülkesinde olan her şeyin, yaptıkları her şeyin halkın, milletin arzusu diye görebilir. İktidar yaptığı yasarlarla bu halkın arzusuna cevap veriyor yanılgı

Başbakan’ım Her Şey Yolunda

Erdoğan sonrası siyasi arena ciddi soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Erdoğan’ın karizmatik liderliği, toplumun bu liderliğe olan bağlılığı ve alışkanlığı yeri doldurulmaz bir boşluğa dönüşebilir. Erdoğan’dan sonra gelecek her parti başkanı büyük oranda beklentilere hitap etmeyecek, zihinler alışık olduğu o liderliği o kişi de arayacaklar. Ak parti bir koalisyon partisidir, Anadolu insanın büyük kesimlerinin vicdanıydı. Her kesim içindeydi, çünkü ak parti öncesinde Türk siyaseti ve ekonomisi çökmüştü. Toplum yeni bir enerji ve soluk arıyordu. Aradığını da Erdoğan’da bulmuştu. Bu koalisyonun farklı kesimlerin üzerinde anlaştığı partinin başındaki karizmatik liderlikle büyük bir güce dönüştü. Türkiye’ye gerçek bir iktidar oldu. İktidar pastasının üzerinde kavga çok olur. Sayın Erdoğan’ın ilan ettiği gibi artık milletin iktidarı gerçekleşmiştir. Bu tespit bir açıdan doğru ama başka açılardan üzerinde düşünülmesi gerekir. Kim bu pastadan daha çok pay alacak mesel

küçük hikayeler

Gerçek çoğu zaman yalındır, karmaşanın içinde bütün hakikatler kaybolup gider. siyasal tartışmalar, taraflı algılar yaşamın pratiklerini ifade etmez. herkes zihninde ki dünyanın süvarisi, savunucusudur. yani herkese buyur ettiğin şey, kafanın içinde ki kendi doğrularından başka bir şey değildir, ama yaşamın hakikisi sokakta, etrafta akar gider. Kısa ve yalın yazılmış insan öyküleri. Dersanedeyim, bir genç geldi, yirmili yaşlarda. Uzun zaman olmuş liseyi bitireli. İnşaatlarda çalışmış  ama içinde hep bir okuma aşkı. Dinmemiş bu arzusu, üniversiteye gitmek istiyor. İnşaatta kazandığı para ile sobalı bir ev tutmuş kardeşiyle birlikte orada kalıyorlar. İki kardeş, iki umut, iki insan hikayesi. Bir gün evlerine misafir de oldum. Dersanede en gayretli öğrencilermizden biri oldu. Sıfırdan başlayıp epeyce yol aldı. Ve sonunda o azmi sayesinde Uludağ üniversitesi işletmeye girdi. Amerikada okuyan insanlar için bu hikaye bir anlam ifade etmeye bilir. Ama bu sivasımızın bir evladı

Panoramik Türkiye Fotoğrafı

Türkiye’nin fotoğrafını çekmek mümkün mü? Gezi de çekilen bir fotoğraf vardı, işte Türkiye’nin fotoğrafı diye medyamız pek manidar kullandı fotoğrafı. Bazı siyasal kesimlerde belli fotoğraflar paylaşıyor, işte Türkiye’nin fotoğrafı. Oysa hiçbir kare Türkiye’yi tam yansıtmıyor. Tek karelik fotoğraflara, sadece gerçeğin bir kısmı yansıtır, gerçeğin tamamını asla yansıtmaz. Çünkü o kadar büyük bir medeniyeti ve ülkeyi tek bir kare sığdıramazsınız. Gerçeği tek karelik algılamak, hakikate at gözlüğüyle bakmaktan başka bir anlamı yoktur. Oysa gerçek daima çok boyutludur. Sosyal olaylarda, siyaset de ve dahi insan da çok boyutludur. Bu yüzden tek karelik pozlar hep Nasreddin Hoca’nın sen de “haklısın”la biten fıkrasını anımsatır. Yani hakikat ortaya çıkmaz, herkes hakikatin bir ucundan tutar ama tarif edilen fil olmaz. Türkiye bütün tarafların bir ucundan tutuğu ama bir türlü tarif edemedikleri o fil’i anımsatır işte. Benim fili tarif edecek bir yetkinliğim yok elbet de, öyle bir

Paketin Sosyolojisi

Paket açıklandı, beğenenler var, beğenmeyenler var, eksik bulanlar, biz daha iyisini yapardık diyen çokça insan var. Türkiye de büyük başarılara aşağı yukarı böyle bakılır. Ya karşı çıkılır, ya da biz daha iyisini yapardık noktasından tartışılır. İçerik konusu çoğu zaman tartışılmadan kapanır gider. Sosyoloji bilimi açısından baktığımız da ise işin aslı hiçte böyle değildir. Ortaya konan değişim unsurlarının, topluma nasıl yansıyacağı ve gelecekte ortaya çıkartabileceği olası durumların, tartışılması, sorgulanması gerekir. Andımız meselesinde de böyle olmuştur, kalksın diyenlerle kalkmasın diyenler saflaşmasıyla sonlanmıştır. Kalksın diyenler genelde farklı etnik unsura mensup kişilerden oluşmakta, kalkmasın diyenler ise siyasal bir Türkçülükle olaya yaklaşmaktadırlar. Türkiye’de genelde Türkçülükte Türklere ait bir söylem ya da milliyetçilik türü değildir. Her şey de olduğu gibi, Türkçülüğü de büyük oranda Türk olmayanlar yapmaktadırlar. Türkler milliyetçi değildir, gerçe

Çağdaş Üfürükçüler

Hürriyeti gerçeğe uyandırmak çok zor. Öyle derin hülyalara dalmış ki, güneşinin battığını göremiyor. Amiral gemisinde olmak kolay değil tabi. Şarap, Mozart ve sözcüklerin büyülü dünyası. Hala eski Türkiye’nin nakaratları geminin güvertesinde. Her şey dâhil olunca, herkes oraya toplanmış. Böyle olunca “hakikate” uyanmaları da elbette zor olur. Bugün durumları aslında Aydınlıktan, Sözcüden, Yurttan öteye geçemez. Az bir solukları varsa da, o da kaliteli şarap içen, kafaları kıyak yazarlarının üfürükleri sayesindedir. Hepsi üfürükçü gibi, hala büyü yapabileceklerini sanıyorlar. İşlerinin eskiden olduğu gibi devam ettiği yanılgısındalar. Bu da gerçekte olanla, zihnin alışmış olduğu hayat arasında bağ kuramamalarından kaynaklanmaktadır. Matrix de gibiler. Kemalist, laik ve çağdaş insanlar dünyasında. Öyle alışmışlar ki, söyledikleri her şeyi “manşet” sanıyorlar. Hükümet düşürmeler, bakan ayarlamalar, siyasete yön veren edaları. Ayar verme havaları. Had bildirmeler.

Yasalar Üzerine

Harvard nutkundan: “Hayatını komünist rejimin egemen olduğu bir ülkede geçirmiş birisi olarak, size hiçbir nesnel hukuk ölçüsü olmayan bir toplumun gerçekten korkunç bir toplum olduğunu söyleyebilirim. Ancak, yegâne ölçüsü yasalardan ibaret olan bir toplum da insanoğluna layık bir toplum değildir. Yasaların harfi üzerine bina edilen, daha yükseğini hedeflemeyen bir toplum, insanoğlunun yüksek kapasitesini değerlendiremiyor demektir… Yasaların haklı bulduğu birisinden daha başka birşeyler talep edilemez. Yasaların onayladığı haklılığı kimse sorgulayamaz. Kimse kimseden yasal haklarından feragat etmesini isteyemez, insaf telkin edemez. Yasal haklardan isteyerek vazgeçmek, fedakârlık, kendi çıkarlarını düşünmemek en basitinden saçma görünür. Gönüllü özveriye hemen hiç rastlanmaz... Yeni bir enerji türünün kullanımını önlemek üzere haklarını satın bir petrol şirketi yasal olarak suçsuzdur. Ürünün raf ömrünü uzatmak için içine zehir katan gıda üreticisi de yasal olarak suçsuzdur, çünkü ins

Bir Arada Yaşayabilmek

Demokrasi toplumsal hayatın bir aşaması, bireylerin zihinsel olgunluklarının, aşamalarından bir tanesidir. Batı da ki süreci büyük oranda “birey”leşme sürecinin bir sonucudur. Bireyin hakları devlet karşısında ve çoğunluk karşısında korunacaktır. Bu temel ilke demokrasinin özünü oluşturmuştur. Batı bu noktaya kolayca da ulaşmamıştır. Çatışmalar, sorgulamalar, büyük bir felsefi birikim sonunda “birey” devlete ve tanrıya karşı kazanan bir varlık olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Demokrasi de birey olan insan değerlidir. Bu bireyleşme batı kültürünün sonucudur. Kültür demokrasinin doğmasında büyük etkendir. Batı kültürüne ait olmayan yerlerde demokrasi yerleşmesi ciddi sorunlar içermektedir. Türkiye demokrasisi de ciddi ilerleme kaydetti. Toplumsal haklar, birey hakları konusunda epeyce yol aldı. Açıklanan demokrasi paketinde devrim niteliğinde açılımlara imza atıldı. Bu hakların yeterli olmadığı aşikardır. Mesela aleviler konusunda daha kapsamlı bir paket gereksinimi ortaya çıkm