Ana içeriğe atla

Paketin Sosyolojisi

Paket açıklandı, beğenenler var, beğenmeyenler var, eksik bulanlar, biz daha iyisini yapardık diyen çokça insan var. Türkiye de büyük başarılara aşağı yukarı böyle bakılır. Ya karşı çıkılır, ya da biz daha iyisini yapardık noktasından tartışılır. İçerik konusu çoğu zaman tartışılmadan kapanır gider.

Sosyoloji bilimi açısından baktığımız da ise işin aslı hiçte böyle değildir. Ortaya konan değişim unsurlarının, topluma nasıl yansıyacağı ve gelecekte ortaya çıkartabileceği olası durumların, tartışılması, sorgulanması gerekir.

Andımız meselesinde de böyle olmuştur, kalksın diyenlerle kalkmasın diyenler saflaşmasıyla sonlanmıştır. Kalksın diyenler genelde farklı etnik unsura mensup kişilerden oluşmakta, kalkmasın diyenler ise siyasal bir Türkçülükle olaya yaklaşmaktadırlar.

Türkiye’de genelde Türkçülükte Türklere ait bir söylem ya da milliyetçilik türü değildir. Her şey de olduğu gibi, Türkçülüğü de büyük oranda Türk olmayanlar yapmaktadırlar. Türkler milliyetçi değildir, gerçekten Türklüğe mensup hissedenler için söylüyorum. Hal böyleyken diğer unsurların buradan hareketle Türkleri suçlamalarının bir anlamı yoktur. Hele Anadolu’da bir ırkçılık vardır demek, sosyolojiden, sosyal bilimlerden bir haber olmaktır. Hatta hiç tarih bilmemek, hiç toplumunu tanımamak demektir.

İslam ırkçılığa izin vermez. Kaldı ki Türklerin, Anadolu’da yaşayan diğer Müslümanların uzunca zaman bir arada yaşama deneyimi vardır. Bunun en büyük deneyimi Osmanlı imparatorluğudur.

Osmanlı imparatorluğu bütün milletlerin imparatoruydu, diğer imparatorluklara nazaran daha fazla çeşitli etnik dini unsurları barındırıyordu. Bu yüzden imparatorluğun bakiyesinden çıkan ulus devlet projesi de topluma giydirilmedi. Almanlar, İtalyanlar daha kolayca ulus devletlerini gerçekleştirirken, Türk cumhuriyeti bir türlü başarılı bir ulus devlet olamadı. Kurucu şahsiyetler bu gerçeği gördükleri halde, tanzimatın peydahladığı batıcı kafaları onların “faşist italyaya selam” çakmalarına neden olmuştur. Bu batı hayranlığından dolayı, Türkiye’ye tek tip bir gömlek giydirmek istemişlerdir. Gömlek yamalı, dar, arada çart diye yırtılıyor, devlet yırtılan yeri zorla dikiyor. Her seferinde yeni yamalar, yeni çatışmalarla durumu düzeltmeye çabalıyordu.

Paketle bu dayatmalar ortadan kaldırılmış oldu. Yani devlet milletiyle barıştı. Çünkü Anadolu da var olan o derin hoşgörü ve bir arada yaşama kültürü yeniden canlanacak, insanları bir birine yaklaştıracak. Elbette bu düşünceye itiraz edenler var, bir arada yaşamak yerine kendi ulus devletlerini kurmak isteyen Kemalist Kürtçüler var, Kürt üst kimliğinde dört parçayı birleştirip kendi devletlerine kavuşmak istiyorlar. Bunu yaparken hem realiteden hareket ediyorlar, hem de romantik bir ideal olarak paylaşıyorlar. Haklılıklarını da silahla herkese dayatmak istiyorlar.


Kemalist Kürtçülerin bütün tahriklerine rağmen açık yüreklilikle şunu tespit etmek istiyorum, Kürtler ne bir azınlıktır, ne de Anadolu’nun ötekileridir, Kürtler Türkiye’nin ortaklarıdır, Türkiye ne kadar Türklerinse o kadar da Kürtlerindir. Öyle sanıyorum ki, bu toprakların başına bir şey gelecek olsa, Türklerle birlikte bu toprakları canları pahasına savunacaklardır. Ne kadar bizimse bu topraklar, o kadarda onların, Said Nursi ne kadar Kürt’se, o kadar da Türk’tür. Türkiye’nin hakikati de budur, sosyolojisi de budur.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund