Yasaların gücü kamusal desteğinden gelir, devletler çoğu
zaman sosyolojik ihtiyaçlardan değil kamunun ihtiyaçlarından dolayı yasa yapar.
Kamunun ihtiyaçlarını belirleyen, yönlendirende çıkar gruplarıdır. Çıkar
gruplarının kim olduğu önemli değildir, yani hangi ideolojiden beslendikleri
değil, daha çok çıkar gruplarının ne kadar kar elde edeceğiyle ilgilidir.
Kamuya ait kaynakları kullananlar kimseler, kesimler bu
çıkar gruplarını temsil edeler, bazen bir kapitalist bir hacıağa, bazen kapitalist
bir tefeci, bazen de beş liralık bir kar için bütün ülkesini satacak iki yüzlü
simsar olabilir. Ama nihayetinde arzu şudur:”benim kar’ım her şeyin
üzerindedir.”
Devlet çoğu zaman bu arzulara cevap verir, iktidarlar çevrelerine
toplanan bu simsarlar yüzünden körleştirirler. Bunlar öyle perdeler asarlar ki
evin içine, iktidar oradan ülkesinde olan her şeyin, yaptıkları her şeyin
halkın, milletin arzusu diye görebilir.
İktidar yaptığı yasarlarla bu halkın arzusuna cevap veriyor
yanılgısına kapılabilir. Halkımız böyle arzu ediyor. Millet bunu istedi biz
yaptık söylemini sıkça duymamızın temelinde bu yanılgılar yatıyor gibi. Bu
körleşme zamanla çıkar gruplarının arzusunu milletin arzusu olarak
görebilirler. Çünkü millet dediğimiz şey nihayetinde zenginlerden müteşekkil
bir zümreye karşılık gelebilir.
Cumhuriyetin zenginleriyle, ötekilerinin zenginlerinin aynı
insanlar olması da bana tuhaf geliyor. Nihayetinde zenginlik el değiştirmiyor,
zenginlere hizmet eden iktidarlar değişiyor. Dünya çekicidir. Güzelliklerini ya
yasal yoldan elde edersiniz, ya da tefecilikle, simsarlıkla…imdi
zenginlerimizin her şeyleri yasalara uygundur.
Yasal olan şey doğru mudur? Sorusu elbette tarihi bir soru
olarak karşımıza dikilebilir. Günahlar insanlara sevap gibi gelir. Esed bile gücünü
milletinden alıyor, yaptığı her şeyi suriye’nin yararına yaptığını söylüyor,
hatta öyle ki özgürlük mücadelesi verenleri çete olmakla suçluyor.
Bir süre sonra devlet bir mevzuat devletine dönüşebilir,
devlet bürokrasinin yasa yorumuna göre şekillenir. Bürokrasinin önüne kimse
duramaz, örneğin yaşlı bir dedeyi eşiyle çekişmesinin cezası hapis olabilir, ya
da evden uzaklaştırma olarak ortaya çıkabilir. Bu bir vakıadır. Bir yorum
değil, çünkü somut örneğiyle karşılaştım. Oysa hukuk sosyolojik bir sürecin
sonunda milletlerin ortak aklının ürünü olarak doğar, yasalar bu hukuka
dayanırsa toplumsal huzuru sağlar, yoksa bir dedeyi hapse atmak zorunda
kalırsınız. Nasılsa yasal bir emirdir bu.
Dersaneleri kapatma meselesinde de aynı yasa meselesine
dayanıyor, biz yaptık oldu. Nasılsa kamu
otoritesinin yasa yapma gücü elimizde istersek “mutlu ol emri bile” çıkarta
biliriz anlayışı, baya sakıncalı bir anlayıştır. Eğer insanların hizmeti satın
alma özgürlüğünü, hür teşebbüs özgürlüğünü ellerinden alırsanız, bunun sonucu
olarak tamda muhaliflerin şikâyet ettiği “otoriterleşme” kavramını doğrulamış
olursunuz. Yasa yaparken sosyolojik gerçekliklerden hareket etmezseniz,
keyfiyet hâkim olursa, yukarı da belirttiğim gibi yasa sadece çıkar gruplarının
çıkarları için doğarsa, eşitsizliğin yaygınlaşmasına neden olur ve var olan
iltimas yüzünden, adaletsizliğin bir duygu olarak yaygınlaşmasının somut sonuçlarına
da hazır olun derim.
Yorumlar
Yorum Gönder