Ana içeriğe atla

Aşure Merasimi

*Bektaşi İlmihali'inden

Önsöz'den

"Geçenlerde muhterem refikalarımdan birisi emanet bir kitap vererek ….bunu okumakta iken akrabalardan birisi de bir kitap getirdi, yani hediye itti. Bu iki nüshada aynı tarihte yazılmış bir asır olduğunu mukabele ederek anladım. Her ikisi de 127 yapraktır sahifeleri yirmi bir satırdan ve her satırda altı yedi kelimeden mürekkeptir. Kitap esasen siyah mürekkep ile yazılmış …
 Kitabın adı yoksada 84 inci fırkanın arka sahifesinde muharirrin “Muhammed seyfeddin bin zulfakri derviş ali” olduğu …"

 Aşure merasimi

Emirul müminin İmam Hasan Bin Ali El Murtaza, salaat ile selam Ali'ye..ya Ali …

Aşure aşı ne gün pişüb ne gün mersiye kıraat olunur…muharrem el haram dahilinde onuncu günü ve yahut on ikinci günü ve yahut on yedinci gecesinden gününene değin aşk,sıdık ile karındaşlarıyla bir olup matem tutarlar.

Pişecek aşure aşının levazımatı her ne ise … başka başka pişirip hazır olduğu halde, bade bade dahi bir olup kazana koyup dergahta bulunan aşçı baba eliylen bir.... kepçe alup kazan başına geçup “destur ya imam” deyup, kazan başına Gelüp “destur ya imam” deyüp, kazana kepçeyi daldurup, Yanında bulunan canlar dahi hep bir ağızdan “ya hasan” deyup Aşı karıştırırlar, her kim kepçeyi alup, aşı karıştırmayı murad İttiğinde “destur ya imam” diye canlarda buna karşılık “ya hasan” diyeler.

Aşure aşı pişinceye değin bu minval üzere ideler, aş piştiği gibi,Aşçı başı dede efendiye buyurun erenler, ruh şehid taziyesiyle meşgul olmalı “ aş hazırlandı” diyecek, dede efendi "eyvallah" deyup, gelip kazan başı ucunda durarak, cümle canlarda sırasıyla, el göğüste dururlar.içlerinden biri,sedası güzel olan…

....şeyh safi mersiyesini yahut fazlı mersiyesini okuyup hatmin de dede efendi bir ola kalbinin canı, birde aşçı başı dede efendiye kepçeyi vere, kazanın kapağı açılıp dede efendi de “ destur ya imam” deyup, canlar dahi bir ağızdan “ya hasan” deyup, dede efendi aşı üç defa karıştırır.bundan sonra cümle canlar sırasıyla dede efendinin eline niyaz ettikten sonra çekilip birbirleriyle elleriyle niyaz iderler. Dede efendi aşçı babaya “aşı canlara taksim eyle, şehid ve şahidlerin ervahları için” deyüp bir de destur deyüp yerine gele, sonra sofralar kurulup, herkes sofraların başına geçe.


Kalan aşı dahi ufak destilere taksim idup bir cana bir desti aşı verirler.

*osmanlıca bektaşi ilmihali diye bir kitaptan okuduğum kısmı latin harflerine geçirdim. kusurlar, kabahatler ve yanlışlar için kusuruma bakmayın, sosyoloji mezunu bir insanın ilk osmanlıca okuma denemeleri olduğundan kusuru çoktur.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund