Ana içeriğe atla

BELİRSİZLİK VE VAR OLUŞ


Her günkü insan olarak varolan “ben” olarak bilmek istediğimi bilmek istiyorum….farkındayım ki burada ortaya koyduğum şey çok fazlaca temel ve öz arayışı üzerine kurulu, her günkü yaşam içinde varolan insan için yani sıradan insan için bir anlamı olup olmadığını bilemiyorum. burada yapmaya çalıştığım şey kendi varoluşuma dair birşeyleri sorgulamak, araştırmaktır.

Dünyada bulunmak yer kaplamakla ilgili olduğunu ileri sürebiliriz. Çünkü varolmak doğmuş olmayı, kütlesi, ağırlığı olan yani bir hacme sahip olan varolan olarak varlıktır. Bu açıdan bakıldığında dünyada bulunmak her açıdan her hangi bir şey gibidir. O zaman bütün şeylerin içinde bütün her şeyin varolması gibi vardır. Bu durumda önümüzde duran sorunsal buraya kadar normal görünüyor. Ama nasıl oluyorsa bu herhangi bir şey gibi varolan varlık kendi üzerine, çevresi üzerine diğer şeyler üzerine bir hâkimiyet sağlıyor. Onlar üzerine olabiliyor. Hem onları adlandırıyor, değiştiriyor, şekil veriyor hem de kendi olmaklığına anlam katabiliyor. Kendini çevreleyen dünyayı kategorize edip, anlamlı hale getiriyor. Bütün anlamı da yüklediği değerlerde sözcüklerce, kavramlarca dile getiriliyor. Dil biçimsel olarak aslında çevreleyen dünyanın seslendirilmesi anlamına gelmiyor mu ? peki bütün bu seslendirme aslında bilinçle ilgili değil midir? Sesi nasıl oluyor da anlamlı bütünler halinde ortaya çıkartıyor.
Her şeye ilişkin varlık olarak, imtiyazlı, kendinde ve her şeye dahil ve her şeyi kendine dönüştüren olarak varolan canlının yeryüzünde ki görüntüleri, oluş şekilleri belirgindir. Bütün bu belirginliğe rağmen, çözümlenemeyen insanın yeryüzündeki varlığını huzursuz kılan kendini sürekli başka bir yere götürme oraya ait kılma sorunsalı çıkartan, sürekli bir arayış duygusunu insanın içerisinde canlı tutan şeyin ne olduğu meselesi anlaşılır bulunmamaktadır.


Bizi çevreleyen dünya içerisinde varolanların varoluşlarına dair çok ciddi olarak, neden, nasıl, niçin sorularına yanıt verilmiş görünmüyor. Çünkü insan kendi varlığına bile belirgin var olma şekilleriyle ilgili çokça açıklama izah ve anlam yüklemeleri görüyorken …doğmuş olmasını ve yok oluyor olmasını çok izafi bir biçimde ortaya koymaya çabalaması ve çoğu kere bile çaresiz kalıyor olmasını anlamak zor görünüyor. Yok olmak ve doğmuş olmak ikisi içinde eğer –tanrı fikrini çıkartırsak- o halde karşımıza belirsizlik fikri çıkar. Belirsizliği burada bir yargı olarak ortaya koymama neden olan şey…varoluşumuzda ki iki temel yönün yani başta da ifade ettiğimiz gibi doğuma ve ölüme anlam yüklemelere rağmen bütün çabalara rağmen …neden sorusunun yanıtının olmamasından kaynaklanmaktadır.


Varoluşumuzda ki oluş ve sonlanışın belirsizliği yaşamında dengesini neden bozmamaktadır. İnsanı kaosa sürüklemezde, hiçbir şey olmuyor muş gibi sürgit devam eder. İşte burada ki muamma anlaşılmaz ve çözümsüz gibi durmaktadır. Ve bu belirsizliği unutmak, yokmuş gibi varsaymak yaşamı sürdürmeye güdülendiğimiz için midir? Bu soruyu sorduğumuz da karşımıza başka bir şey çıkar..neden yaşamı sürdürmek zorundayız. Yaşama güdüsünün neden olduğu fizyolojiyi canlı tutma fikri bize nerden gelmektedir. Bu soruları elbette gündelik yaşam içersinde sormuyoruz. Sormakta istemeyiz. Çünkü varolan rahatımızı kaçırmak, bir huzursuzluk yaratmak istemeyiz. Huzursuzluk için rahatsızlık için var değiliz. Daha çok neşe ve haz arayışımız acıdan kaçmamız temel görünen imlerimiz gibi gelmektedir. Burada ileri sürdüğümüz şeylerse bizi çevreleyen dünya içindeki yerimizi belirgin kılmak ve anlam katma çabasından kaynaklanmaktadır. Her günkü insan olarak varolan ben olarak bilmek istediğimi bilmek istiyorum….farkındayım ki burada ortaya koyduğum şey çok fazlaca temel ve öz arayışı üzerine kurulu…bunu reddetmem. Ama her şeye rağmen yaşama, varlığıma bir şeyler yüklerken sürdürebilir bir varoluşa doğru gitme niyetindeyim. Bir taraftan sürdürdüğüm bu her günkü var olmaklığım zaten zorunlu olarak sürmektedir. İstesem de istemesem de eğer kendi seçimimi yapıp yok oluşumu sağlamazsam.. bir taraftan da başka bir sorunsal olarak kendi yok oluşum kendi elimde olması. Diğer canlılarda neden yokta insan olarak bende böyle bir şey benim elimde..yani doğaya ve kendime güç yetirebiliyorum. Güç yetirebiliyorum, ama yapmıyorum. Yapmaktan kaçıyorum. Kaçmayanlarda bulunmaktadır. Kendi sonlarını getiren insanlar neden getiriyorlarda herkes aynı biçimde bundan kaçıyor.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund