Ana içeriğe atla

Parti Devleti Üzerine

Türkiye uzun zaman Chp ile tek parti iktidarını yaşadı, bu öyle bir noktaya varmıştı ki, bizzat parti devletin kendisi halini almıştı. Neredeyse devlet demek, Chp ve İsmet İnönü demekti.

Devletin partileşmesi aynı zamanda, bir parti ve bu partiye mensup zümrelerin anlayışı, dünya algısı, etnik kökeni devletin kendi ideolojisi haline gelmeye başlamıştı. Devlet bu zümrenin anlayışını topluma dayatmanın bir aygıtı haline gelmişti. Devlet bizzat ideolojinin kendisi halini alıyordu.

Devletin bir ideolojik aygıt olarak varlığına elbette itiraz edilmeyebilir, çünkü bizatihi devletin kendisi insanlar tarafından oluşturulmuş bir organizasyon, bir aygıttır. Türkiye de sorun olan şey devletin bir azınlık algısını ve ideolojisini bütün topluma benimsetme zorbalığından kaynaklanmaktadır.

Tek parti iktidarı, Kürt meselesi, dindarlar meselesi, azınlıklar meselesi ve daha birçok sorunun neredeyse çözülemeyecek noktaya getirmiştir. Çünkü parti aynı zamanda oligarşik bir zümrenin dünya algısının eseriydi. Bu algı büyük oranda Osmanlılın 19 yıl okullarından mezun olmuş askerlerinin batıcı ve seküler algılarını temel alarak biçimleniyordu.

Bu son Osmanlıların anlayışı, aynı zamanda devlete kendi anlayışını yansıtmıştı, Türkiye uzun zaman bundan kurtulamadı, önemli evrelerden geçtikten sonra Adnan menderesle var olan parti devleti yıkılıp yerine en azından daha demokratik bir yapı kurma arzusu hüsranla sonuçlanmıştı. Geldiğimiz son aşama da ise ak parti yeni demokratik Türkiye’nin kapısını araladı, tek partinin devletleşmesinin sonunu getirdi, başarılı işlere imza attı, atmaya da devam edecek.

Burada temel sorun ise, eski Türkiye de olduğu gibi, ak partide devleti ele geçirmenin sonucu olarak partiyi devletin kendisi haline getirme olasılığı sosyolojik olarak kendini göstermeye başlamasından kaynaklanmaktadır. Sayın Erdoğan’ın “devletin mahremiyeti” vardır cümlesi, partiye yapılmış bir saldırıyı bizzat devletin kendine yapılmış gibi algılaması, elbette bunun ipuçları olarak okunabilir.

Parti devleti Türkiye açısından tehlikeli gibi görünüyor, çünkü bir süre sonra partinin ordusu, partinin polisi, partinin devleti diye başlayan bir süreç sonunda toplumda yeni kırılmalara yol açabilir. 

Chp’nin tek parti iktidarını devlet eliyle büyük oranda koruması, zamanın koşulları müsaitti, iletişim olanakları sınırlıydı, seçimlerin şekli ise “gizli sayım, açık oy”  şeklinde uygulanmaktaydı. Geldiğimiz noktada ise şöyle bir ikilem doğmuş durumda, ak parti ya devleti demokratikleştirerek, adaleti ve hukuku hakim kılacak ya da devleti partinin kendisi haline getirmeye çalışacak ki, açık toplumun da devletin partileştirme çabaları, hem partiye hem devlete hem de topluma ciddi yaralar açabilir.


Yorumlar

GEÇEN YIL

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund