Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İKRAR VERDİ DESTUR ALDI

“Yol biziz, erkan biziz, devran biziz, dem biziz.” Canların, erenlerin dergahına bir Türkmen diz çöktü, bir dedenin elini öptü. Yandı çerağı talip oldu ,“gerçekler demine hu”, horasan erenlerinin izinde bir aydın, bir münevver, bir başbakan. Eşikten girdiğinde işte o an, tarihi bir andı. Yüzlerce yıl sonra, bin yıl sonra yeniden…! Geldi horasan erenlerin postuna oturdu. Talip oldu, kardeşliğe, gönüldaşlığa, yoldaşlığa ve yola talip oldu. Bin yıl önceden olduğu gibi, Anadolu coğrafyasının İslamlaşmasının mimarlarından olan pirlerin, babaların, mürşidi kâmillerin divanlarına durdu. Türkiye tarihinin uzun bir döneminde horlanan Anadolu İslam’ı, Anadolu dergâhları, tekkeleri, ocakları nihayet gün yüzüne çıkıyor. Türkmen oğuzun ocağı yeniden tütecek, pirlerin çerağı karanlıkları aydınlatmak için yeniden yakıldı. Bir hoca, oğuzun o ak saçlısı gitti ve eşikten içeri adım attı. Osmanlı döneminin ilk devrelerinde hakim olan horasan pirlerin İslam anlayışı yerini daha başka ş

YAVUZ SULTAN SELİM VE ERDOĞAN

Yavuz Sultan Selim İran’a karşı düzenlediği seferde büyük bir zafer kazandı. Şah İsmail’in çaldıranda kaybetmesinden sonra İran Şii Hanedanlığı uzun zaman tarih sahnesinde kendi içine kapanık olarak kaldı. Bunun yanı sıra ise Osmanlı imparatorluğu coğrafyanın büyük bir kısmına hâkim oldu ve Sünni İslam dünyasının lideri haline geldi. Yüzyıllar boyunca Osmanlı Ortadoğu’nun lideri ve kalkanı olarak varlığını sürdürdü. İran Osmanlı’nın bu hâkimiyeti karşısında sinsice acem oyunları dışında pek bir şey ortaya koyamadı, bütün kadim şehirlerini Osmanlı imparatorluğuna kaptırdı. Tarihi süreç içerisinde Osmanlının I.Dünya savaşından yenik çıkması ve Türkiye’nin kaos ve çalkantılar süreci Ortadoğu’da etkisini yitirmesine neden oldu. İran ise 1979 yılındaki şahın devrilmesinden sonra İslam dünyasında yeni bir devrim rüzgârı estirdi. İsrail’e ve Amerika’ya olan karşıtlığı nedeniyle uzunca bir zaman Ortadoğu’da etkili bir propagandada bulundu. Ortadoğu’da Türkiye’nin laik ve modern yüzü

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

İŞİDCİLİK YAFTASI

Türkiye’nin, dünyanın Müslümanlarına yöneltilen yeni yaftası “işidci misin”; nerede bir sakallı görseler “işidci” diye yaftalama yoluna gidiyorlar. Müslümanlık neredeyse işidcilikle eşdeğer bir anlama getirilmeye çalışılıyor. Bunu bilinçli, planlı ve organize bir şekilde yapıyorlar. Gerçekte böyle bir eşitlik söz konusu bile edilemez, ama batı-hristiyan, yahudi dünyası şii iranı açısından “işidcilik” bulunmaz bir argüman haline geldi. Bir zamanlar el kaidecilik vardı, ama o pek dünya çapında tutmamıştı. Öyle anlaşılıyor ki işidcilik meselesi tutmuş görünüyor. İşidciliğin yaygın ve kötücül bir propagandaya dönüşmesinin temelinde bazı unsurlar var. Bu unsulardan bir tanesi terörst iran devleti, nerede sunni bir kalkışma görse, nerede kendi çıkarlarıyla uyuşmayan sunni bir yapı varsa, onu yok etmek için şeytanla bile yatağa girecek kadar kendi çıkarlarını yücelten anlayışıyla her sunniyi terorist ilan ediyor. Diğer bir unsur da ırak diye bir ülke, kağıt üstünde olsa da şii

KAPİTAL İT

“Hele bana bir deyiverin bu garipler kör kuyularda niye ışıksız kalıyor.” Bir işçi olmanın anlamını yalnızca işçiler bilir, patronların acımasızlığını da işçiler bilir. Kapitalizmin acımasız yüzünü de bir işçi bilir. Emeğin nasıl ucuzlaştırıldığını ve bunun nasıl paraya tahvil edileceğini en iyi patronlar bilir. Kapitalin bu ülkede dini imanı yoktur, onun yani kapitalin tek inancı vardır para! Bu bazen bir hacı ağa kılığında karşınıza çıkar, bazen bir kodaman anlayışsız bir para babası olarak karşınıza çıkar, ama kapitalin inandığı tek şey para. Bir işçi olmadan bu acımasız kapital sistemi anlamak, bu toplumu tanımak zordur. Kapitalin nasıl vicdan yoksunu olduğunu, nasıl acımasız bir hırsla zenginleşme peşinde koştuğunu ancak o kapitalin kapısında üç beş kuruş ekmek parası kazanacağız diye emek harcayan anadolunun tertemiz kalpli insanları bilir. Öyle temiz yüreklidirler ki, patronlarından emeklerinin karşılığını istemeye bile utanırlar, hiçbir işten emeklerini esirge

Biji Amerika, Yaşasın Obama!

“Bir millet uyanır” diye başlasam istiklal harbine atıf olur, bu argüman en çok o vakitler, cumhuriyetin ilk yıllarında kullanılmıştır. Bir millet son kurşununu yunana atarak kendi bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlık uzun yıllar baya farazi bir şey olarak kaldı. Fakir bir millet, okulsuz bir millet, öğretmensiz bir millet nasıl bağımsız olabilirdi ki? Nitekim uzun yıllar batı yardımlarıyla ayakta kaldı, bunun karşılığı olarakta batının gölgesinde “emir eri” görevini yerine getirdi. Bağımsızlık bir hayaldi, çünkü ne silahlar kendimize aitti, ne petrol vardı, ne de millette ve devlette kendini döndürecek bir para vardı. Milletin sabırla katlandığı bütün bu süreçler sonunda, insani gücümüzle, çalışarak, çabalayarak, gerekiyorsa kavga ederek sonunda bağımsızlığını ilan etme aşamasına geldi. Dünya sistemine “dünya beşten büyük” argümanıyla meydan okumaya başladı. Dünya sistemi zafer kazanan, savaş kazanan ülkelerin dünyayı biçimlendirdiği bir sistem ve Türkiye çıktı buna meydan

BOŞ LAF

Her şeyi siyasal okuyoruz, siyasetle ilişkilendiriyoruz. Bu yüzden olayların sosyolojisini kaçırıyoruz. Özellikle de kendi coğrafyamıza dair belirlemelerde bulunurken, çok kaba, hatta komploculuk sayılabilecek düzeyde yargılarda bulunuyoruz. Bir taraftan da bölgeyle ilgili, coğrafyaya ilişkin bilgilerimizin ne kadar yetersiz olduğu da gün yüzüne çıkıyor. Bölgede bir çok şeyi anlamanın yolu hem sahayı bilmekten geçiyor, hem de tarihi derinliği bilmekten geçiyor, bu ikisi bir türlü de yan yana gelmiyor. Bir kısmımız işin teorisini bilirken, saha dair hiçbir deneyim edinmemiş oluyor, bir kısım aydınlar ise sahada ama işin teorisiyle ilgili eksik bilgiler taşıyor. Ortaya çıkan olayları okuma zorluğu, hem siyaset yönelimlerini eksik ya da yanlış belirlemelere neden oluyor, hem de geleceğe dair strateji planlamasını zorlaştırıyor. Sosyal medyada bilgi akışını dikkatle izlerseniz çok azı sosyolojiyle ilgilidir, yani coğrafyanın dinamikleri bilerek yapan o kadar az ki, gerisi hep

HELE BİR DÜŞÜN

Batı-Hıristiyan dünyasının Müslüman coğrafyaya sevgisi gözlerimizi yaşartacak, onlarca ülke birleşmiş, coğrafyanın üzerine bomba yağdıracak. Bak sen ne adalet ama…teröristlerden dünyayı kurtarıyorlar, ölen kim, kurtulan kim. Sen neyi alkışlıyorsun, hele bir düşün. İslam toprakları amerikan botları altında ezilirken, ırak işgal edilirken, Suriye’de binlerce can, binlerce yiğit kara toprağa düşerken Batı-Hıristiyan dünyası izliyor, ucuz Arap petrollü sayesinde elde ettikleri konforlu hayatın tadını çıkarıyorlar. Şimdi sen buna mı tarafsın, bunu mu alkışlıyorsun, yanında İslam kimliği taşırken, bu iş ne iş kardeşlik. Peşinen işidi yargılamanız mümkün, işid cani, İslam’la ilgilisi yok, ama şunu neden görmezden geliyoruz, coğrafya kaç yıldır kan revan içinde,  hele bir düşün, senin ülken yüzyıldır kaos içinde olsaydı, bir kere bile normal hissetmeseydin, her daim onurun incinseydi, felaketlere duçar olsaydın, sen ne yapardın. Nasıl davranırdın! İşid dediğiniz bir grup, bi

BU ANLAMSIZ SAVAŞ

Amerikan söylemine bakılırsa, Türkiye işid ile savaşta ön saflarda yer alacak, Türkiye ittifaka katılmaya hevesli bir ülke sözlerinin altında ne yatıyor? Elbette Türkiye bölgenin barış içinde olmasını istiyor, ama batı ittifakının gönüllü askeri olamaz. Hele Türk ordusu kimsenin emrine verilemez. Bunun nasıl bir felaket getirdiğini anlamak isteyenler, I.Dünya savaşında orduyu Almanlara teslim etmenin sonuçlarını iyi düşünsünler. Esad gitmeden Türkiye neye destek verecek, Esad’ı güçlendirecek yeni bir batı ittifakına mı katılacak, bütün bunlar boşuna bir çaba, Türkiye anlamsız bir savaşa sürüklenmemeli, Türkiye’nin bölgede batı ittifakı ile beraber savaşa girmesi demek, kendi geleceğine mayın döşeyeceği anlamına gelir. Başından beri Suriye meselesinin dert olacağı belliydi, Suriye eliyle, oradaki kaos eliyle Türkiye’nin ilerleyişi durdurulacak diye yıllar önce yazmıştım, hala aynı durum geçerli, şimdi de işid bahanesiyle bölge iyice kaosa sürükleniyor. Bölgeye atılan her bomb

TAŞ, MOLOTOF VE VİCDAN

Coğrafya öylesine karanlık, öylesine kanlı, öylesine karmakarışık ki neyin doğru, neyin yanlış olduğu iyice birbirine girmiş durumda. Herkes bir açıdan haklı görünüyor, herkesin haklı olduğu bir ortamda çatışma kaçınılmazdır. Türkiye de bile o kadar haklı taraf var ki o yüzden bir türlü ortak bir noktada buluşamıyoruz. Herkes kendi doğrusunu başkasına dayatma peşinde bu da kaçınılmaz olarak çatışmayı beraberinde getiriyor. İş o kadar trajik bir boyutta ki, bir muhalefet partisi lideri olan kişi ülkenin bir kısım gençlerini savaşa davet ediyordu. Aynı adamın başka meseleler için kendi tarafında gördüğü gençleri savaşa davet etmeyeceğinden nasıl emin olabiliriz. İzandan, insaftan yoksun bu kafa yapısıyla barışın mümkün olup olmayacağı meselesi de ayrı bir konu. Türk milliyetçileri bile Irak’taki, Suriye’deki Türkmenler konusunda bu kadar ileri gitmiş değil, bunun adı başka bir şeydir. Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakan sınırlarının dibinde bir felaket yaşanıyor. Hem insani kriz

HİKÂYE ANLATMA

“Nabi Avcı hoca buyurmuş ki   Einstein olun, ama hoca bil ki hiç birimiz anyştayın değiliz, hepimiz yüreklerimizde birer Bektaşiyiz, birer Yeseviyiz, özümüzde Dadaloğlu, Pir Sultanız, belki bir gün sizde hangi coğrafyada yaşadığınızı fark edersiniz, hangi coğrafyanın çocuklarıyla muhatap olduğunuzu anlarsınız” “Felsefe grubu öğretmenlerinin atama çilesi üzerine..” İnsanın kendiyle ilgili yazması ne zordur bilemezsiniz. Hakkınız yenmişse, öfkeliyseniz, susarsınız ve her şeyi içinize atarsınız. Anlatmak istersiniz ama anlatamazsınız. Ama yine de her şeye rağmen zamana, tarihe bu notu düşmek istiyorum. Devletten bir şey isteme konusunda biraz mahcubuzdur. Biz biliriz ki devletten istenmez, devlet ancak alır,devlet talep eder, o bizim amirimizidir. Böyle büyütüldük. Jandarmaları gördüğümüzde korkarak evlere kaçan çocuklardandık. Öğretmen gördüğümüzde yolumuzu değiştirir, bir köşeye saklanırdık. Çocukken devlet dediğimizde iki şey bilirdik, biri jandarma öteki öğretmendi,

Yeni türkiyenin yaşlı bürokrasi üzerine

Türkiye okur yazar kesimi özellikle de medya kesimi, yeni Türkiye lafı etrafına kenetlenmiş onu süslemenin peşinde, ona dair yukardan özenli aforizmalar kuruyorlar. Yeni Türkiye şöyle güzel, böyle olacak, hak hukuk adalet filan olacak, hani atalar sözü vardır “duy da inanma” diye. Mesele tam evlere şenlik. Yeni olan ne acaba? Birileri bize yeni olan şeyi söylese de bizlerde bu düşe inansak, gerçi arada gözlerimi kapayınca yeni Türkiye’yi düşleyebiliyorum, ama gözlerimi açınca her şey dağılıveriyor. Belki de hakikate hiç uyanmamak lazım. Toplumun en aydın, en dinamik nüfusu maalesef devlete kendi enerjisini yansıtabilmiş değil, çünkü devlet hala aynı bürokratik zihniyetle yönetiliyor. Yaşlı memurlar emekli olmuyor, çünkü emekli maaşlarını düşük buluyorlar, ya da sahip oldukları koltukları, köşeleri,hiç ölmeyecek gibi, kimseye bırakmak istemiyorlar. Devlet bürokrasinin ne kadar yaşlı olduğunu, ne kadar katı ve eski kurallarla yönetilen bir yapı olduğunu ve bunun ta seksen yı

TÜRKİYELİLİK SAFSATASI

Osmanlı parçalanırken, bazı uluslar kendi bağımsızlığını ilan ediyor, bir kısmı özerkliğini ilan ediyor bir kısmı ise ülke içerisinde cemiyetleşerek sarayın etrafında kendi iktidarlarını inşa ederken, Anadolu’da mekteplerde “biz Osmanlıyız” teraneleri terennüm ediliyordu. Fuad Köprülü Osmanlıcılığın etnik unsurlar tarafından ortaya atıldığını,  bir plan olduğunu söyler. Fuad Köprülü bu durumu “Türkleri gafil avlama” projesi olarak değerlendirir. Osmanlı böylece paramparça hala gelmişken bile Türkler hala “Biz Osmanlıyız” diye padişahlarına bağlılıklarını bildiriyordu. Hep yalanlara inandırılmaya çalışılmış bir millet, millet olabilir mi? Hala aynı teraneler yüzünden bir millet bile olmadık. Bu parçalanmışlığın sosyolojisi bile yapılabilir. Belki tarihte bile şuanda olduğumuzdan daha çok millettik. M Akif’in dediği gibi “hem de ne milletmişiz” Türklerin kaderidir, etrafında bir arada barış içinde yaşamak istedikleri hangi topluluk olursa olsun, onlar tarafından uçurumdan y

BETONLA RESTORASYON

Sosyolojik ve tarihi gidişatı tersine çevirmenin vakti geldi de geçiyor bile, bu belirlemem elbette toplumsal temellerden bağımsız değildir, gözlemlerim ve tecrübelerim bana şunu ifade ediyor ki, gelecek kuşaklar hiç de sandığımız gibi bir medeniyet üstlenicileri değil, daha çok kapital ve modern dünyaya bağlı birer tüketici nesne haline gelmekteler. Medeniyet bir hafızadır, nesiller boyu taşınan aktarılan geliştirilen bir süreçtir. Oysa bugün gelecek kuşaklarda o hafıza kayboluyor. Düşünün bir kere etrafınıza bakın gençlerin büyük kısmının zihinlerini ne işgal ediyor? Tarihi ve sosyolojik bir hafıza mı taşıyorlar yoksa tam aksine “anı yaşayan” değer yargılarından kopmuş, geleneğinden kopmuş, araçlara teslim olmuş, teknolojiye ve küresel bir tüketim kültüre mi teslim olmuş? Bu sorulara verilecek cevaplar bizim geldiğimiz noktayı da özetleyecektir. Sosyal olaylar birden gerçekleşmez, gençler birden bir şey olmazlar, hepsi toplumun, evin, birer yansımasını teşkil eder. Sokakta o

SOSYAL MÜHENDİSLİK

Devleti sosyolojinin gerekli olduğuna ikna etmeye çabalıyoruz. Yazıyoruz söylüyoruz ama bütün çabalarımız boşa çıkıyor. Çünkü devlet hala sosyolojik bilginin anlamını kavramış değil, oysa siyaset toplumsal bir gelecek inşa etmeye çalışıyor. Bunu sadece sloganla ve temelinde pek de anlaşılır bir şey olmayan kavramsallaştırmalarla yapmaya çalışıyor. Türkiye şu zamanlarda hep belli kavramlara odaklanmış durumda, büyük Türkiye, yeni Türkiye, Türkiye halkları, Kürtler ve öteki halklar, gibi kavramsallaştırmalar önümüzde duruyor. Bu kavramsallaştırma elbette siyasetten kaynaklanıyor, bu kavramsallaştırmayı bizzat siyasetin kendisi belirliyor. Bu kavramsallaştırmayı yayma işi de askeri bir düzen içinde hazır kıta bekleyen medyaya düşüyor. Medyanın siyasetin icraatlarını meşrulaştırma çabasından başka bir işlevi kalmadı. Bir kısım medya ise siyasi icraatları karalama kampanyalarının peşinde görünüyor. Türkiye’nin kavramsal, entelektüel dünyası bu araya sıkışmış durumda. Akadem

KÜRTÇÜLERLE BARIŞ BİR HAYAL

Görmezden geldiğimiz sorun Türkiye’nin iç çatışmasına neden olabilir. Bu gün Kürtçülerin ortaya koydukları eylem biçimleri büyük oranda organize, bilinçli ve bu eylemlerin sonuçlarına hazırlık olduklarına işaret ediyor. Kürtler organize işler peşinde, devleti ve toplumu ayakta uyutmaya çalışıyorlar. Televizyonlardaki iyimser demagogları, sanki onlardan değilmiş, onlara karşıymış propagandalarının altında yatan şey, daha çok perdeleme, var olan gelişen ve Türkiye’yi uçuruma sürükleyecek bir hayali kovalıyorlar. Kürtçülerin hayaline bütün Kürtler inanmaya başlıyor. Bu milletin geleceği açısından pek iyimser bir sonuç olamayacağı açık görünüyor. Barışı neyi feda ederek sağladığınız çok önemlidir, eğer bir etnik grubun iyi hissetmesi için bir ülkeyi bir milleti ateşe atarsanız, ne yapmış olursanız olun Türk tarihinin sayfalarında pek iyi bir yeriniz olmaz. Karar vermek lazım hangi tarihin hangi grupların kahramanı olmak istiyorsunuz, geri çekilip düşünmenin zamanıdır belki

TOPLUM ÜZERİNE DÜŞÜNMEK

# sosyologlaratamabekliyor Muhacirlere olan bakışın, Türk toplumunun gelenek yapısının nasıl duvara tosladığına işaret ediyor. Sonunda kemalist ideolojinin kurguladığı eğitim modelinin toplumun binlerce yıldır var olan geleneklerini nasıl paçavraya dönüştürdüğünü gösterdi. Öyle köksüz bir nesil öngörüyordu ki, o kadar kendine milletine ve tarihine yabancı bir insan tipi ön görüyordu ki nihayetinde geldiğimiz nokta sosyolojik olarak melez bir insan tipidir. Yarı batılı yarı doğulu yarı insan, hatta yarı orangutan denebilecek kadar melez bir tip. Son zamanlarda muhacirlere olan saldırılar, Türkiye’nin sosyolojisine dair çok şey söylüyor, yani bu öyle sıradan bir olay denip geçilecek cinsten değildir. Bilimsel, ciddi bir yaklaşımla ele alınmalı ve sosyologlar bu olayları analizler edip sonuçlar çıkarmalıdır. Yoksa camilerde verilen vaazlarla durum geçiştirilemez, elbette bu vaazlara karşı değilim ama şunu belirtmek zorundayım, imam kardeşlik çağrısını o kadar inançsız yapı

Tarihe Not Düşelim

Tarihe bir oyla not düşeceğiz, neyin yanında olduğumuzu göstereceğiz, kime, kimlere karşı olduğumuzu göstereceğiz. Anadolu insanı tarihi cevabını verecek, düşmanlarının kalemini kıracak, kendi aleyhine oyunlar oynayanların, kendine kumpas kuranların kalemini hiç tereddüt etmeden kıracaktır. Pensilvanyaın da kalemini kıracak, İngiliz muhiplerinin kalemini de kıracak, Amerikan uşaklarının da kalemini kıracak, Cevabını tarafsız kalalım diyenlere de verecek, zalim karşısında mazlumun yanında durduğunu gösterecek. Tarih sahnesine korkmadan anlı açık ve başı dik olarak yeniden çıkacak. Kendini durmadan aşağılayan, durmadan küçük görenlere de tokat gibi cevabını yapıştıracak, geçmişe dair ne kadar vesayetçi kafa, dönme, devşirme unsurları varsa hepsini tasfiye edecek… hiç tereddüt etmeyecek. Oy verirken vicdanı sızlamayacak, elleri titremeyecek, çünkü seçtikleri aslında kendileri olacak, kendilerine oy verecekler devletin sahibi olarak. Bir oy bir kurşun gibi olacak,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund

Üç Aday

Türk demokrasisi yeni bir deneyime hazırlanıyor. Başkanlık yarışının hem tarihi, hem siyasal olarak yeni bir durum içerdiği açık görünüyor. Türk milletine başkan seçiyoruz. Halk kendi başkanını fiili olarak belirleyecek. Karşımıza üç aday çıktı, bu üç adayın ikisini yakından tanırken bir tanesiyle ilgili ise pek fazla fikrimiz yoktu, adı geçiyordu, ama kim olduğuna dair fikrimiz yoktu, işte internetten ne kadar öğrenebildiysek, hakkında ki bilgilerimiz o kadarla sınırlı kaldı. Erdoğan Türk siyaset hayatının en belirleyici aktörüdür. Türk siyasetinde Erdoğan’dan önce ve sonra diye bir dönüm noktası olacağı açık görünüyor. O yenilmez bir siyaset adamıdır. Hiçbir seçimi kaybetmedi, kaybetmeyecek gibi görünüyor. Erdoğan’ın yeri ayrıcalıklıdır. Sunduğu vizyon belgesiyle, gelecek algısıyla, millete olan sevdasıyla, milletin ona olan bağlılığıyla tartışmasız zafer sahibi oluyor ve olacaktır. İkinci adayımız Demirtaş’tır, bu isimi elbette tarihe not olarak düşeceğiz, Türkiye’d

Reis Erdoğan

Türk milleti uzun aradan sonra gerçek bir başkan seçecek, bu görülmemiş tarihi bir kırılmaya işaret edebilir, Seçimin galibi tartışmasız Erdoğan olacaktır, çünkü hem tarihi süreç, hem de gücünü ispatlamış bir lider var. Bu lider milletine ne kadar sadakatle bağlıysa, milleti de ona sadakatle bağıdır. Türkiye devşirilmiş adamları sevmez, desteklemez,  hele mahallesinden olmayandan haz etmez, ona turisttik ziyaretçi gözüyle bakar. Bir turiste bakar gibi bakar. İşte Erdoğan’ın rakibi olan zevata da hepimiz öyle bakıyoruz. Bu başkanlık deneyimi bir şey ortaya çıkartacak, Türkiye’yi yıllardır kayıp olan başsızlığından kurtaracaktır. Bizi sürekli tarih sahnesinde tutan hep karizmatik liderler olmuştur. Türkler başsız yapamaz, onlara ufku, kızıl elmayı hedef gösterecek bir yiğit arar, galiba bu reisi de buldular. Oğuz destanında da hep bunun izleri vardır, Selçukilerde hep bunun izleri vardır, ta Ortaasya’dan bu yana hep bir liderlik, Türk tarihi dediğimiz şey aslında büyük o

YENİ SİYASET

Türkiye cumhuriyetin kurulumundan beri ilk defa farklı bir siyasi tarzla tanışıyor, daha öncesinde kabaca sağ ve sol( Laik, Kemalist,Ulusalcı…vs) kamplaşmasında görülen siyasal ayrımlar ömrünü tamamladı. Siyaset muhafazakârlar arasında cereyan eden bir yarışı dönüşüyor. Yani artık bizatihi muhafazakârlık kendi içinde yarışacak görünüyor. Türkiye bu yeni siyasetle tanışıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun karşısına kim çıkarsa çıksın, nihayetinde muhafazakâr iki adayın yarışını izleyeceğiz Kimin daha çok muhafazakâr olduğu değil, kimin daha çok şey vaat ettiğine oy vereceğiz. Kimin dindar olduğuna bakmayacağız, oysa bir süre öncesine kadar muhafazakârlık oy vermek için önemli bir nedendi. Muhafazakârlığın ne olduğu konusu ise ayır bir tartışma ama oraya girmek istemiyorum. Türkiye de doğan bu siyasi atmosfere göz atmaya çalışıyorum. Sayın Erdoğan’ın fiilen yürütme erkinden çekilmesiyle, partiye yeni genel başkan seçilecek, yeni bir başbakanı