“Yol biziz, erkan biziz, devran biziz, dem biziz.” Canların, erenlerin dergahına bir Türkmen diz çöktü, bir dedenin elini öptü. Yandı çerağı talip oldu ,“gerçekler demine hu”, horasan erenlerinin izinde bir aydın, bir münevver, bir başbakan. Eşikten girdiğinde işte o an, tarihi bir andı. Yüzlerce yıl sonra, bin yıl sonra yeniden…! Geldi horasan erenlerin postuna oturdu. Talip oldu, kardeşliğe, gönüldaşlığa, yoldaşlığa ve yola talip oldu. Bin yıl önceden olduğu gibi, Anadolu coğrafyasının İslamlaşmasının mimarlarından olan pirlerin, babaların, mürşidi kâmillerin divanlarına durdu. Türkiye tarihinin uzun bir döneminde horlanan Anadolu İslam’ı, Anadolu dergâhları, tekkeleri, ocakları nihayet gün yüzüne çıkıyor. Türkmen oğuzun ocağı yeniden tütecek, pirlerin çerağı karanlıkları aydınlatmak için yeniden yakıldı. Bir hoca, oğuzun o ak saçlısı gitti ve eşikten içeri adım attı. Osmanlı döneminin ilk devrelerinde hakim olan horasan pirlerin İslam anlayışı yerini daha başka ş