Ana içeriğe atla

ŞİKAYETNAME

Halimi arz etmeyi arzu ediyorum, fuzuliden öğrendiğim bu başlığın altında. Fuzuli’yi edebiyat kitaplarından bilirsiniz herhalde, ya da şu meşhur lafıyla da anılır “selam verdim, rüşvettür deyü almadılar”, bu seviyede bir genel kültürünüz vardır. Elhamdüllilah.

Şikâyetnamem, bu hengâme arasında pek işitilmeyecek olsa da, yine diyeyim ki, atalar sözüdür, “söz uçar, yazı kalır”, bu yazdığım da bir yerlerde kalır elbette.

Herkes kendi beni’ni cilalamakla meşgul iken, hep ben davası güderken, arada naif sesleri işitecek değiller ya,  adam göklere dikmiş gözünü, ne kendini görüyor, ne de önünde ki çukuru.

Hep göklere, yüksek ideallere bakma, be hey ahmak dön de biraz kendine bak. Sen küçük bir zevkinden bile vazgeçmezken, nasıl olur da bunca ideal uğruna, ahkâm kesip, hükümler verir, fedakârlık masalları okursun, paşam bırak bu mübalağalı lafları, dön de kendine bak, ya da hiç bu yolların adamıyım deme.

Su tatlı, pasta tatlı, nimetler tatlı, hava da bir tehlike yok, söylemek caizdir. Uçmak da, atmak da caizdir. Ufakçık bir sertlik rüzgârı esse, sesin içine kaçar, aman efendim, canım efendimle başlar, yüce efendimiz sen çok yaşa ile bitirirsiniz.

Siz yok musunuz siz ne kadar güzel idare edersiniz padişahlarınızı, öyle şak şak alkışlara boğarsınız, sonra götürür bir yerde boğarsınız.

Bu insandır! O da insandır! Sen de insansındır! Pek ala bu hayvanlık edenler kim, kim bu şeytanın hizmetkârları, bu kötülükleri yayanlar kimdir.

Soruların içinden çıkabilir miyiz? Ah o masumiyet duygusu, kötülükler bile iyilikle maskelenmiş, bakarsanız yüce devletimize benim ahvalimi düşünür, benim haklarımı gözetir, zavallı ben de buna inanırım.

Kendimi yalandan da olsa kazanmış ilan ederim. Yalandan da olsa haklarımı aldığım sanısına kapılırım, herkes öyle güzel vaaz eder ki, ben gerçekten inanırım. Mesela sınav soruları hiç çalınmamıştır, herkes hakkı olanı alır. Her yerde adalet hâkimdir, burada kimseye haksızlık yapılmaz, vaazlarda hep böyle, nutuklar da hep böyle söylenir.

Söylence burada hiç bitmez, burada Müslüman da çoktur.

Tuhaf olan şey, hırsızlar ortada yoktur, hırsızlığı kimse üstüne alınmaz, bari ben alınayım, evet ben yaptım.
O dolarları ben çaldım.
Sınav sorularını ben çaldım.
Haksız delileri ben düzenledim.
Siyasi çıkarlar uğruna insanları ben kandırdım
Her şeyi benden bilin.

Beni soracak olursanız da, sırtımda kamçı izleri, ücretli (kölelik) öğretmenlik yapan sade vatandaşım, mahalle de kime sorsanız gösterirler.


Yorumlar

GEÇEN YIL

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund