Ana içeriğe atla

Çok Ciddiyim

Diyanet işleri başkanlığı bu sene ki kutlu doğum haftasının temasını samimiyet olarak belirlemiş. Bir rüya gibi, bir düş gibi, bir hayal gibi vesayir şeyler gibi. Gülsem mi ağlasam mı? Yoksa ya rab bana bir teselli ver şarkısını mı mırıldansam? İşte nihayetinde geldiğim son nokta yar bana bir eğlencedir.

Dil güzeldir kelimeleri severim, dilin kemiği de yoktur, her şey söylenebilir, her şey makaraya alınabilir, google bakılıp samimi ayet yayını da yapılabilir. Kürsülerden yüksek perdeden samimiyet nutukları da atılabilir.

Zaman gelir, bir anda ekran ayarlarını değiştirir, Bülent Ersoy başını örter, ekran da baya samimi görünür, kandil geceleri kerhanenin kapısına “kandil gecesi dolaysıyla” kapalıyız yazılır, bunda da insanlar baya samimidir.

Kimseyi hiç kimseyi samimiyetsiz göremezsiniz, herkes işini samimi yapar, elinden geldiği kadar samimiyetten taviz vermez. Hırsızımız bile samimidir, öyle samimidir ki, kim bilir belki çalarken bile besmele çekiyordur. “kalpleri ancak Allah bilir.”

Cahilimiz de samimidir, din bilginimiz de, kalpazanımız da ve daha bilumum kesimlerimiz de samimidir. Kimse samimiyetinden taviz vermez. Siz bildiniz mi bu manzaraları, ama ben bildim, okudum, yaşadım, gördüm. Ve dahi az söylüyorum, sırf edebimden, sırf haddi aşanlardan olmayayım diye az söylüyorum.

Müslümanlığa bazı günler çok samimi sahip çıkarız, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bazı salonlara toplanır, biz ne kadar güzel samimi insanlarız, ne kadar güzel Müslümanlarız diye bir birimize ağırlama çekeriz. Bu da baya samimi bir şeydir.

Şatolar kurar, sitelerin etrafını çitlerle çevirir, acayip zengin oluruz. Bir kimseye bir bardak çay bile ikram etmeyiz, bu arada hiç görmediğimiz, tanımadığınız fakir fukara dostu olur, pek güzel mazlumlar filan savunuruz, bu samimiyetle bir gaza gelir, acayip dini mesajlar yayarız. Tebliğde tamamdır, cennet garanti altına alınmıştır. Karlı bir alış ve veriş gerçekleşmiştir.

Müslümanlık bir kılıf, geçirdin mi üzerine, besmele çekersin sonra bu milletin anasını ağlatmak için, bunda da baya samimidir insanlarımız. Hocası, hacısı, travestisi… vesayir herkes pek samimidir memlekette, siz samimiyetsiz bir travesti gördünüz mü?

Maşallah maşallah diyen kedicikler de baya samimidir. Sizi ısıran köpekler bile pek iştahla ısırır. Dostlarınız size kazak atarken baya iştahlı ve samimidir. Yani yaptıklarını pek kalpten yapar, içtenlikleri konusunda sizde hiçbir şüphe uyandırmazlar.

Diyanettekiler, oturup bir devşirme tarihi okusun, bu topraklarda samimiyetin ne anlama geldiğini öğrenmek için, bu da yetmez ise siz en iyisi mi gidin, sınav sorularını çalanlardan bir samimiyet dersi alınız, muhtemelen en iyi samimiyet dersini onlar verir. Burada herkes işini samimi görür.


“Hakikat şu ki samimiyetimiz yıkılan bir minarenin, harap olmuş Halep’in enkazının altında kaldı, bir garibin iki damla gözyaşında akıp gitti, gerisi ise laf u güzaf vesselam.”

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund