Ana içeriğe atla

Sıkıldım ve Yoruldum

İki yüz yıldır Türk milletine hep bir şeye benzetmeye çalıştılar, bazen Fransız görünümlü olsun dediler, yeri geldi İngiliz, yeri geldi Yahudi’ye benzetmeye çalıştılar, oysa biz hiçbirine benzeyemedik, o yüzden bizden hep nefret ettiler.

Biz türkü dinledik, onlar bizim önümüze opera koydular, biz oturup bağdaş kurarak yedik, onlar masa koydu önümüze, biz saftık onlar batı görmüştü, bizi hep batıya benzetmeye çalıştılar, ama nihayetinde hep bizi öteki, aşağı bir şey olarak algıladılar.

Nefret ettiler, diyorum; çünkü gerçekten hiç anlamaya çalışmadan büyük bir öfkeyle bizden nefret ettiler, menderesten nefret ettiler, Erdoğan’dan nefret ettiler, onları seçenlerden nefret ettirler. Hiç anlama zahmetine bile girmediler, çünkü ihtiyaç duymadılar, ellerinde her türlü imtiyaz vardı.

İmtiyazlar kaybolunca nasılda höykürüyorlar, değişik tonlarda bağırıp çağırıyorlar. Bu millet artık, tepesindeki bu bağırtıları gürültüleri işitmek istemiyor. Türkiye insanı artık kendi sesinin duymak istiyor.

Türkiye’de az bir zümrenin keyfince yazıp söylediği, kendilerince entelektüel, batıcı aydın tiplerin yüceltildiğine dair bir algı var. Bunda iktidarın payı da büyük, parti yeterince kültür devrimine yatırım yapmadı, hep adam devşirmeye çalıştı, ama artık kendi kültür devrimini gerçekleştirmelidir. Yoksa verilen oylar büyük bir zaman kaybına döner, milletin bütün emeği boşa gider.

Türk milleti kendi entelektüellerini sanatçılarını kendi sinemasını üretmek zorunda, yoksa bu dinozorlar bu halkı aşağılamaya devam ederler.

Millet her seferinde büyük bir vakarla sandık başına gidiyor, liderlerini seçiyor, partisini seçiyor, ama kendini savunamıyor, kendini savunacak ne medyası var, ne de doğru düzgün entelektüelleri var, hala bir takım çevrelerde yetişmiş yarım yamalak bir ağızla konuşan, davadan bihaber adamların ağzına bakıyor ki kendi duyguları ifade edilsin

Ben artık açıkça bu tablodan çok sıkıldım, on beş yıldır bununla mücadele ediyorum, her seferinde kendimizi büyük bir suçluymuş gibi anlatmaktan yoruldum, bu toplumun yerli değerlerini sanki suç işliyormuş gibi gündeme taşımaktan yoruldum.


Sesimizin duyulmamasından da yoruldum, insan bu nefretten, bu ötekileştirilmekten çok yorulur. Şurada yazdıklarımız bile, karanlığa, boşluğa bir ses gibi oluyor, ama nihayetinde yine de yazmaya devam edeceğim, boşluğa konuşmak gibi de olsa, tek başıma da olsam yazmaya söylemeye devam edeceğim, ama insan bir şeyler değişsin istiyor. bu kadar yıldır desteklediğimiz partinin artık gerçek anlamıyla entelektüellerine sahip çıkması bekliyorum.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund