Ana içeriğe atla

GEZİ DENKLEMİ

Yalnızca gerçek düşünceler gelecek inşa eder. Eğer sağlam bir fikre dayanmıyorsanız, hiçbir sosyal eylemden gelecek beklemeyin. Sol ölmüştür, geçmiştir. Tekrar tarihin mezarlığından diriltmeye çalışmak, bir ölüyü mumyalayıp sokakta gençlerin omuzlarında gezdirmekten başka bir anlamı yoktur. Bu yeterince ürkütücü ve korkunçtur.

Gezinin bir fikri yoktu, bir sürü şeyin rast gele bir araya geldiği bir yerdi, bir andı. Temelleri olmayan, yer çekimine inat havada kalmaya çalışan, sürekli zıplayarak bunu başarabileceğini sanan, pek akıllı(!), pek zeki(!) insanların işiydi.

Polislerin önünde kitap okumak, sokakta satranç oynamak filan, acayip komik, acayip çocuksu, acayip ergenimsi bir şeydir. Gezi bir taraftan bir ergen hareketiydi, bir taraftan ergenlikten çıkamayan dedelerin “bedava kömün hayaliydi, gençlerle bira içme” düşüydü.

Gezi Türkiye’deki bütün muhalefetin birlikte girdiği bir çuvaldı. Öyle bir çuval ki solcusu, az bilgili sağcısı, romantik kürdü, alman feministi, bilmem ne ideğü belirsiz ajanlar, dindar cemaati,antikapitalist müslümancısı, komprador brujuvazi, bbsi, cnni, böyle bir fotoğraftı.

Her muhalif grup her muhalif kişi, ya da sokağa çıkan her kişinin ayrı ayrı hedefledikleri vardı. Kısmen bir kuşak vardı. Ak parti iktidarıyla büyüyen, Türkiye’nin geçmişini bilmeyen, bilmekte istemeyen, az okuyan daha çok akıllı telefonlarıyla yaşayan bir kuşak. Büyük oranda ise profesyonel eylemciler, elamanlar, ajanlar, geziyi teslim aldı.

Bu da yetmezmiş gibi arkaik, karanlık, ne idüğü belirsiz, kendine bir kömün hayal eden, şiddeti yöntem olarak benimseyen bir takım sol örgütler gezinin tam göbeğine yerleşti.

Tarihi bir fırsattı ya da tarihi olabilecek bir denemeydi, Türkiye’nin geleceğini, daha özgürlükçü, daha çoğulcu görme arzusunun yerini, “m.kemalin askerleriyiz” sloganın alması, gezi hareketinin başkalarına karşı faşist bir tahammülsüzlükle sonuçlanması gezinin yeni bir ruh taşımaktan öte, bir hortlağa benzediğini ortaya çıkarmış oldu.

Bir sosyolog olarak beklerdim ki Türkiye’nin sosyal barışına hizmet etsin, birbirimizi yakından tanıyalım, tahammül sınırımız gelişsin, ama öyle olmadı, tam tersine tarafları cephe haline getirdi, çünkü ortaya konan mahalle baskıları,  üretilen şiddet ötekine tahammülsüzlüğü içeriyordu
.
Herkes bir hayal kurabilir geziyle ilgili, herkes kendine bir pay çıkartabilir, ama bir daha tekrar etmeyeceği açık görünüyor, çünkü tarihte toplumlarda çok az zamanlarda bazı denklemler bir araya gelir. Bir andı ve geçip gitti.





Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund