Ana içeriğe atla

YENİ NESİL

El birliğiyle Kemalizmi bertaraf ettik, eski rejimin neyi varsa büyük oranda ortadan kaldırıldı. Sanıyorum öyle bir ideolojinin varlığından artık söz etmek zor, söylem düzeyinde kalıntıları sürse de.

Kemalizm bertaraf edildikten sonra ortaya ilginç bir şey çıktı. Hiçbir şeye benzemiyor, hiçbir şey vaat etmiyor. Gelecek açısından nereye evirileceği belli olmayan bir toplumsal yönelim var.

Toplum belli düzeyde kendi doğal sürecini korusa da, gençler bazında iş hiç de sanıldığı gibi olmadığı gerçeğidir. İdeolojik tarafları gerçekten fark etmeden, toplumu bir çatışmaya sürükleyebilirler.

Bir gün çatışmaya uyanabiliriz. Çünkü dipten gelen genç kuşak, beslendiği kaynaklar, algı biçimleri, seviyeleri her açıdan çatışma kültürüne hazırlıyor.

Birbirine karşı olan tahammülsüzlükleri, anlayışsızlıkları ciddi riskler içeriyor. Maalesef siyasal ve sosyal sistemlerde bunu körüklüyor. Eskiler siyasal söylemlere karşı daha uyanıkken, yeni nesillerimiz eski ideolojik algılardan gelmedikleri için, her tartışmayı ciddiye alıyor, buna karşılık aşırı duygusal tepkiler veriyorlar.

Çatışmaları içten bile değil, bir süre sonra hiç kimse önüne geçemeyebilir. Yani nasılsa gerginlik siyasal olarak bizi karlı çıkartıyor, fark etmez diyorsanız, toplumu büyük bir kötülüğe hazırlıyorsunuz demektir.

Gerçek çoğu zaman göz önünde durur, ama kimsenin kısa süreli işine gelmediği için görmezden gelinir. Oysa gençleri tanıyan, kendi çocuklarını tanıyan anne ve babalar, gelecekte neye maruz kalacağımızı da iyi bilirler.

Gerçi çoğu anne baba çocuklarının, kendi inandıkları gibi, kendileri gibi olduğu yanılsamasına kapılır, oysa şunu herkes bilsin ki gelecek kimsenin tahayyül edemeyeceği kadar tehlikeler içeriyor.

Öğretmenler, okullar gençler üzerinde büyük oranda saygınlıklarını yitirmiş durumdalar. Hala kpss sistemiyle öğretmen seçen bir sistemimiz var. Böyle komedi mi olur. Hala malumat sorarak seçim yapıyorsunuz. Bu malumat yığınından gelecek inşa edecek insan seçiyorsunuz. Buna gülünür ancak.

Toplumun geleceği internete emanet, internette ise neyin olduğu herkesçe malumdur. Herkesin içerik ürettiği bir ortamda, hiçbir şeyi kontrol edemezsiniz,  bu yüzden her şeyi daha ciddi düşünmek zorundayız.

Bir şeyleri bertaraf ederken, bir şeyleri ortadan kaldırırken yerine neyin geleceğini iyi analiz etmeniz gerekir, tabi bu memleketi ve onun evlatlarını gerçek anlamıyla seviyorsanız. Yok derdiniz para kazanıp kısa sürede zengin olmaksa, kısa sürede para babası dostlar edinmek istiyorsanız, o zaman size lafım yoktur, Allah müstahakkınızı versin derim.


Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund