Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Reis Erdoğan

Türk milleti uzun aradan sonra gerçek bir başkan seçecek, bu görülmemiş tarihi bir kırılmaya işaret edebilir, Seçimin galibi tartışmasız Erdoğan olacaktır, çünkü hem tarihi süreç, hem de gücünü ispatlamış bir lider var. Bu lider milletine ne kadar sadakatle bağlıysa, milleti de ona sadakatle bağıdır. Türkiye devşirilmiş adamları sevmez, desteklemez,  hele mahallesinden olmayandan haz etmez, ona turisttik ziyaretçi gözüyle bakar. Bir turiste bakar gibi bakar. İşte Erdoğan’ın rakibi olan zevata da hepimiz öyle bakıyoruz. Bu başkanlık deneyimi bir şey ortaya çıkartacak, Türkiye’yi yıllardır kayıp olan başsızlığından kurtaracaktır. Bizi sürekli tarih sahnesinde tutan hep karizmatik liderler olmuştur. Türkler başsız yapamaz, onlara ufku, kızıl elmayı hedef gösterecek bir yiğit arar, galiba bu reisi de buldular. Oğuz destanında da hep bunun izleri vardır, Selçukilerde hep bunun izleri vardır, ta Ortaasya’dan bu yana hep bir liderlik, Türk tarihi dediğimiz şey aslında büyük o

YENİ SİYASET

Türkiye cumhuriyetin kurulumundan beri ilk defa farklı bir siyasi tarzla tanışıyor, daha öncesinde kabaca sağ ve sol( Laik, Kemalist,Ulusalcı…vs) kamplaşmasında görülen siyasal ayrımlar ömrünü tamamladı. Siyaset muhafazakârlar arasında cereyan eden bir yarışı dönüşüyor. Yani artık bizatihi muhafazakârlık kendi içinde yarışacak görünüyor. Türkiye bu yeni siyasetle tanışıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun karşısına kim çıkarsa çıksın, nihayetinde muhafazakâr iki adayın yarışını izleyeceğiz Kimin daha çok muhafazakâr olduğu değil, kimin daha çok şey vaat ettiğine oy vereceğiz. Kimin dindar olduğuna bakmayacağız, oysa bir süre öncesine kadar muhafazakârlık oy vermek için önemli bir nedendi. Muhafazakârlığın ne olduğu konusu ise ayır bir tartışma ama oraya girmek istemiyorum. Türkiye de doğan bu siyasi atmosfere göz atmaya çalışıyorum. Sayın Erdoğan’ın fiilen yürütme erkinden çekilmesiyle, partiye yeni genel başkan seçilecek, yeni bir başbakanı

KURNAZLIK

Tarihi bağlarımızın, vicdanı sorumluluklarımızın siyasal unsurlarca kullanıldığı hissi gittikçe yayılıyor. Toplum olarak artık “dini argüman” kullananlara karşı daha bir dikkat kesilmeye başlıyoruz. Çünkü birileri bu işlerden fena kazanıyor, biz olduğumuz yerde saymaya devam ediyoruz. Birilerinin sahip olduklarıyla, bize layık gördükleri arasında epeyce bir uçurum var. Bu durumda bizim aynı inançtan beslendiğimizi kim söyleyebilir. Yani senin sahip olduğunla, kendine layık gördüğünle, benim sahip olduğum ve bana layık gördüğün arasında epeyce fark var. Siyasal olarak taraf olmamızın altında yatan şey, bir kültürel çevreden geliyor oluşumuz, sizlerle aynı hizada durmamızı tarihi bir sorumluluk olarak üzerimize yükledi, her zaman her ortamda sahip olduğumuz yolun yolcularını destekleme zorunluluğu hissettik. Yol bizimdi, yoldaşlar bizimdi. Şimdi karşımızda gördüğümüz bu güruh hangi ara bu yola doluştu. Yol çetinken, bedel isterken dava, kimsenin ortalıkta görünmediği zaman

Biraz Gavurluk Var

Evet  bizde biraz gavurluk var. İşid meselesi bizim İslam’ı ve İslam dünyasını ne kadar batılı anladığımızı ortaya çıkarmış oldu. Birkaç yerli aydını çıkarırsak, birkaç düşünce adamını çıkarırsak, geriye kalanın sorunu ne kadar İngiliz Fransız kafasıyla anladıklarını görebildik. Musul, Suriye, ırak, şam hep bizim doğal sorunlarımızdır. Yani bunlardan uzak aydın olamaz, ihvan üzerine birkaç İngilizce kaynağı okuyunca meseleyi çözen zavallı okur yazar intelijansiyamız, maalesef son meselelere ilişkin ne kadar da cahil olduğunu ortaya çıkarmış oldu. Bu tespit orijinal bir tespit değil, bu döngüyü biz hep yaşıyoruz. Cemil Meriç okumuyoruz diye haykırır, aydının fildişi kulelerden meselelere baktığını söyleyip durur eserlerinde. Biz bunu hep yaşıyoruz. İslam dünyasının iç meselesi. Bugün İslam dünyası kendi iç meselesiyle karşı karşıya kalmış buluyor. Tarihi ve kronik bir sorunumuz var; şii ve sunni meselesi. Osmanlının İran’la savaşları düşünüldüğünde bu meseleden bizim

ÖZERKLİK MÜSAMERESİ

İkiyüzlülerle barış inşa edilemez, Kürtçü hareket ve onun ikiyüzlü Kürt destekçileri sahip oldukları olanakları abarttılar, barışı özerklik müsamerelerine kurban ettiler. Bunun anlaşılır bir tarafı yok, bir izahı yok. Kürtler kazanımlarını çok erken saha sürdüler, elbette bu tarihe bir not olarak düşecektir, hem hükümetteki Kürt etkisi, hem de sayın başbakanın ümmetçi anlayışını kullandılar, tıpkı paralel çeteler gibi doğuda ve güneyde kendi kendilerine bir şeyler icat etmeye kalktılar. Türkiye’nin dört bir tarafında Kürtler yaşarken, bir bölgede yol kapatmak, kimlik sormak neyin kafası, neyle izah edeceğiz. Türk milleti, bu coğrafyanın dünküsü değil, bin yıldır burada, bu coğrafyanın anahtarını da hala elinde tutuyor. Devleti ve toplumu barış diye kandırmaya çalışmak elbette ortaya çıkacaktı. Nihayet ortaya çıktı. Bayrağı ötekilerin simgesi olarak algılarsan, senin derdin barış değil, devleti ve toplumu sahtekârca oyalayarak kendine bir bölge kazanmaya çalışıyorsun di

Barış ya da Savaş

Kürtlerin artık bir karar vermesi gerekiyor, ya etnik bir ulus devlet hayalini sürdürüp, bunun için her türlü çatışma ortamını fırsata çevirmeye çalışacaklar ya da Türklerle kader birliği yapıp birlikte geleceği inşa edeceklerdir. Barış için taraflar kararlı olmak zorundadır. Çünkü bu savaşta kimse kazanamaz, kürt ve türk savaşında hiç kimse kazanamaz. öyle anlaşılıyor ki, Kürtçü-kemalist zihniyet son zamanlarda başka bir hayalin peşine düştüğünün işaretlerini vermektedir. Etnik temelli ulus devletlerin bu coğrafya için tarihi bir hata olduğu deneyimlenmiş, ulus devlet şeklinin bu coğrafyaya ne kadar zarar verdiğini tarih ortaya çıkarmıştır. Bu halde bile Kürtçü kemalistlerin etnik bir devlet hayali kurmalarını anlamak gerçekten güçtür. Türklere, Türkiye’ye karşı öfke duymaları belki anlaşılabilir, ama bu öfke adaletsizce bütün millete, tarihe, coğrafyaya dönük olarak bir şiddette dönüşürse, geri dönülmez bir çatışmayı üretmekten başka bir şeye yaramaz. Üç beş şehirde