Ana içeriğe atla

ÖZERKLİK MÜSAMERESİ

İkiyüzlülerle barış inşa edilemez, Kürtçü hareket ve onun ikiyüzlü Kürt destekçileri sahip oldukları olanakları abarttılar, barışı özerklik müsamerelerine kurban ettiler. Bunun anlaşılır bir tarafı yok, bir izahı yok.

Kürtler kazanımlarını çok erken saha sürdüler, elbette bu tarihe bir not olarak düşecektir, hem hükümetteki Kürt etkisi, hem de sayın başbakanın ümmetçi anlayışını kullandılar, tıpkı paralel çeteler gibi doğuda ve güneyde kendi kendilerine bir şeyler icat etmeye kalktılar.

Türkiye’nin dört bir tarafında Kürtler yaşarken, bir bölgede yol kapatmak, kimlik sormak neyin kafası, neyle izah edeceğiz.

Türk milleti, bu coğrafyanın dünküsü değil, bin yıldır burada, bu coğrafyanın anahtarını da hala elinde tutuyor. Devleti ve toplumu barış diye kandırmaya çalışmak elbette ortaya çıkacaktı. Nihayet ortaya çıktı.

Bayrağı ötekilerin simgesi olarak algılarsan, senin derdin barış değil, devleti ve toplumu sahtekârca oyalayarak kendine bir bölge kazanmaya çalışıyorsun diye okuruz. Nitekim de bunun işaretleri ortada.

Milletvekillerinin belediye başkanı seçilmelerinin anlamı nedir? Oraları yönetecek başka bir kürt kalmadı mı? Belli ki niyetlerini açık edeceklerdi, ettiler de. Bölgede muhtemelen bu Kürtçülerden habersiz kuş uçmazken, bayrak indirilme olayını provokasyonla suçlamaları komik.

Türk milletinin reflekslerini bayrak üzerinden yoklamaya kalkmaları hiç akılcı görünmüyor. Stratejik bir hamle yaptılar. Sonuçlarıyla yüzleşmek yerine suçu başkasına atarak, yahut bunlar provokasyoncular diyerek hafifletmeye çabalıyorlar.

Yollar maskeli balo gibi, yüzünü göremediğimiz bu kimseler, barış yanlısı mı? Düşman mı? İsrail ajanı mı? Amerikan ajanı mı? Allah bilir ki bunlar “ne idüğü” belirsizlerdir.

Türkiye’ye petrol akmaya başlamasıyla, yolların kesilmeye başlaması, İşid’in bölgeye girmesi, maskeli balolar, bayrağın yere indirilmesi olayı, bütün bunların bir araya gelmiş olması tesadüf olabilir mi?

Ortaya çıkan manzara Kürtlere bir gerçeği göstermeli ki Türkiye’nin dışında bir seçenek yok. İşid tarafından Musul’un işgali, ardından Kerkük’un işgali bu gerçeği ortaya çıkarmış oldu. Güçlü bir Türkiye yoksa güçlü bir devlet yoksa başımıza neyin geleceği ortada.

Barıştan başka seçenek yok, barıştan başka bir yol yok. Hala biz savaşacağız diyorlarsa buyursunlar, bu coğrafya barıştan çok savaşmayı iyi bilir.


Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund