Ana içeriğe atla

SOSYAL MÜHENDİSLİK

Devleti sosyolojinin gerekli olduğuna ikna etmeye çabalıyoruz. Yazıyoruz söylüyoruz ama bütün çabalarımız boşa çıkıyor. Çünkü devlet hala sosyolojik bilginin anlamını kavramış değil, oysa siyaset toplumsal bir gelecek inşa etmeye çalışıyor. Bunu sadece sloganla ve temelinde pek de anlaşılır bir şey olmayan kavramsallaştırmalarla yapmaya çalışıyor.

Türkiye şu zamanlarda hep belli kavramlara odaklanmış durumda, büyük Türkiye, yeni Türkiye, Türkiye halkları, Kürtler ve öteki halklar, gibi kavramsallaştırmalar önümüzde duruyor.

Bu kavramsallaştırma elbette siyasetten kaynaklanıyor, bu kavramsallaştırmayı bizzat siyasetin kendisi belirliyor. Bu kavramsallaştırmayı yayma işi de askeri bir düzen içinde hazır kıta bekleyen medyaya düşüyor.

Medyanın siyasetin icraatlarını meşrulaştırma çabasından başka bir işlevi kalmadı. Bir kısım medya ise siyasi icraatları karalama kampanyalarının peşinde görünüyor. Türkiye’nin kavramsal, entelektüel dünyası bu araya sıkışmış durumda.

Akademi,fikir dünyası gündeme ve hayata yön çizmiyor, ufuk açmıyor onun yerine siyasetçiler ne kadar ellerinden geliyorsa o kadar ufuk açıp yol çizmeye çalışıyorlar. Siyasetin bu çabası takdire şayandır, ama özellikle vurgulamak istiyorum ki siyasi analizler eninde sonunda yüzeysel kalacaktır.

Burada vurgulamak istediğim ise, devletin yasaları yapma şekli gibi sosyal hareketlere yön verme gayretlerinin sosyolojisiz olmayacağı gerçeğidir.

Günümüz devletleri artık gizli saklı işlerin organizasyonu olamaz, dinleme skandalları bunu gösteriyor, bunun yerine şeffaf devlet modeli gerçekleşmek zorunda. Elbette şeffaflık ürkütücü olabilir devlet açısında, ama burada yapmanız gereken devlet olarak, gerçekleştirmeye çalıştığınız süreçlerin matematiğini mükemmel kurgulamak zorundasınız.

Stratejileri öyle kurgulamanız gerekir ki hiçbir güç bunun önüne geçemesin, hiçbir set engel olmasın, bunu gerçekleştirmenin yolu da sosyolojik veriden geçiyor. Toplumların, devletlerin sokaklarında ne dönüyor iyi bileceksiniz. Örneğin bu bağlamda gezi macerası Türkiye üzerine çok iyi bir sosyal mühendislik çalışmasıydı, göz göre göre geldi, ama başlamasına ve yayılmasına engel olmak imkansız hala gelmişti, nihayetinde ancak polis gücüyle bastırılabildi.

Bugün Ortadoğu kaynıyor, yakın İslam coğrafyamız, uzak İslam coğrafyamız hepsi kaynıyor, yaralı, çıkmaz sokağa girmiş durumda.

Sınırlarımızın dibinde bir işid meselesi var ki Türkiye olarak nasıl çuvalladığımızın da resmine işaret ediyor. Ne sosyolojik bir veri var, ne her hangi bir bilgi, sadece izliyoruz. Belli ki orada çok büyük sosyolojik değişimler gerçekleşiyor, ama biz bunu siyasi bir içerikle değerlendirip yön çizmeye çalışıyoruz.

Zamanında sosyologları oralara gönderseydik, raporlar hazırlatsaydık, adım adım gelen sunni isyanını işid gibi ne idüğü belirsiz bir örgüte teslim etmez, daha başka stratejilerle daha sağlıklı büyük devrimleri gerçekleştirebilirdik. Şimdi olaylar Türkiye’yi teslim almış durumda.

Devlet biliyor olabilir şerhini düşmek istiyorum, elbette istihbaratı ne olup bittiğinin bilgisine sahiptir, ama benim vurgulamak istediğim, sonuçları ve olayları zaten herkes görür, mesele sebepleri tespit edip onlara yön verebilmekte yatar.

Bugün İngiltere’nin, Almanya’nın, daha başka ulusların bu gün sahip olduğu en büyük avantaj bilgidir, sosyolojik veridir. Toplumsal mühendislik sayesinde ortadoğu sahasında her türlü oyunu kuruyorlar. Çağımız da şu net şekilde anlaşıldı ki “bilgi güçtür” biliyorsanız bütün savaşları kazanırsınız.

Yorumlar

GEÇEN YIL

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund