Ana içeriğe atla

TOPLUM ÜZERİNE DÜŞÜNMEK


Muhacirlere olan bakışın, Türk toplumunun gelenek yapısının nasıl duvara tosladığına işaret ediyor. Sonunda kemalist ideolojinin kurguladığı eğitim modelinin toplumun binlerce yıldır var olan geleneklerini nasıl paçavraya dönüştürdüğünü gösterdi.

Öyle köksüz bir nesil öngörüyordu ki, o kadar kendine milletine ve tarihine yabancı bir insan tipi ön görüyordu ki nihayetinde geldiğimiz nokta sosyolojik olarak melez bir insan tipidir. Yarı batılı yarı doğulu yarı insan, hatta yarı orangutan denebilecek kadar melez bir tip.

Son zamanlarda muhacirlere olan saldırılar, Türkiye’nin sosyolojisine dair çok şey söylüyor, yani bu öyle sıradan bir olay denip geçilecek cinsten değildir. Bilimsel, ciddi bir yaklaşımla ele alınmalı ve sosyologlar bu olayları analizler edip sonuçlar çıkarmalıdır.

Yoksa camilerde verilen vaazlarla durum geçiştirilemez, elbette bu vaazlara karşı değilim ama şunu belirtmek zorundayım, imam kardeşlik çağrısını o kadar inançsız yapıyor ki, elbette bu inançsızlığa cemaatin inanmasını beklemek alıklık olur.

İmamın hayatında kardeşlik sadece retorik düzeyindedir. Bir sürü şey öyle bir belagatla sunuluyor ki, sanıyoruz harika bir dünya da yaşıyoruz. Oysa sokakların bir dili var, söylediği şeyler var, o gençlerin geçtiği bir eğitim modeli var, bir ahlak anlayışları var.

Türkiye de bir azınlık gruba dahil değilseniz, büyük olasılıkla Türksünüzdür, milliyet bilinciniz sizden silinmiştir. Muhtemelen de bu bir projeydi, milleti kendi Türk kökeninden koparıp, sanki Türk milletini bir Hitit kalıntısı, bir Roma kalıntısı, hatta öyle ki Ermeni kalıntısı algısı oluşturacak kadar köksüzleştirmişlerdir.

Milliyetiniz yoksa, millet bilinci beklemek de mantısız olur, derme çatma millet tanımları sırf bizi oyalamak için kurulmuş tuzaklardı, hala da aynı oyunu sergilemeye çalışıyorlar. Siz Türk saymayınız kendinizi de diğer azınlıklar rahatsız olmasın telaşında o kadar çok kimse var ki, bunu elbette iyi niyetli okuyamayız.

Bir kürt, kürt olduğunu durmadan kendine ve etrafına haykırır. Bir ermeni cemaati vardır mesela, inanılmaz Çerkez dernekleri vardır, tatar dernekleri, yani Türkiye de bütün azınlıklar organize işlerin parçasıdır.

Organize işlerin amacı bu toprakların gerçek sahibi olan Türk milletini ayakta uyutmanın derdine düşmüşlerdir.

Bu durumda ne gelenek korunabilir, ne de sağlıklı bir toplum inşa edilebilir, bir toplum sağlıklı bir dönüşüm gerçekleştirmek için tarihi bağlarını ve geleneğini korumak zorundadır.

Kimse ağaç kovundan çıkmış değildir, buraya bizi leylekler bırakmadı, bir yol yürüyerek geldik öyle kutlu bir yürüyüşle geldik ki Anadolu’yu yurt tutuk, bizim yurdumuz olmaya da devam edecek, işte bu bilinci koruyup kim olduğumuzu bilirsek, tarihin en onurlu evlatları olarak  Muhacir’e Ensar oluruz.


Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund