Ana içeriğe atla

Yeni türkiyenin yaşlı bürokrasi üzerine

Türkiye okur yazar kesimi özellikle de medya kesimi, yeni Türkiye lafı etrafına kenetlenmiş onu süslemenin peşinde, ona dair yukardan özenli aforizmalar kuruyorlar. Yeni Türkiye şöyle güzel, böyle olacak, hak hukuk adalet filan olacak, hani atalar sözü vardır “duy da inanma” diye. Mesele tam evlere şenlik.

Yeni olan ne acaba? Birileri bize yeni olan şeyi söylese de bizlerde bu düşe inansak, gerçi arada gözlerimi kapayınca yeni Türkiye’yi düşleyebiliyorum, ama gözlerimi açınca her şey dağılıveriyor. Belki de hakikate hiç uyanmamak lazım.

Toplumun en aydın, en dinamik nüfusu maalesef devlete kendi enerjisini yansıtabilmiş değil, çünkü devlet hala aynı bürokratik zihniyetle yönetiliyor. Yaşlı memurlar emekli olmuyor, çünkü emekli maaşlarını düşük buluyorlar, ya da sahip oldukları koltukları, köşeleri,hiç ölmeyecek gibi, kimseye bırakmak istemiyorlar.

Devlet bürokrasinin ne kadar yaşlı olduğunu, ne kadar katı ve eski kurallarla yönetilen bir yapı olduğunu ve bunun ta seksen yıldır aynı kalıplar içinde olduğunu, bunun neresi yeni Türkiye olabilir. Yeni Türkiye’nin yaşlı bürokrasisi klavyede harf bulma aşamasında, bulursa basabilecek, harfleri bir araya getirirse yeni Türkiye diye yazabilecektir.

Türkiye yenilecek, ama işte tamda bu yapılar yüzünden yenilemiyor, sokağın ve hayatın dinamizmi devletin işleyişine yansımıyor. O halde iktidar yeni Türkiye tanımlamasıyla ne kast ediyor? Kendini bile yenilememişken, nasıl olurda bir yeni Türkiye’den söz eder, işte bu hiç anlaşılır değil!

Ben yeni Türkiye’ye inanıyorum, ama çok erken bir düş olduğu kanısındayım. Hiçbir şey yapmadan, bir şey oluyoruz sanısını üretmek bence millete yapılmış büyük bir kötülüktür.  Belki denilebilir ki motivasyon açısından güzel olabilir, milleti bir şeye, yani geleceğe motive ediyoruz diyebilirler, ama milletin neye motive olduğu ayrı bir meseledir tabi.

İnsanların neleri yücelttiği, neye değer verdiği gün gibi ortada. Herkesin peşinde olduğu şeyde ortada, hangi anne baba çocuğunu ilim yolunda bir ömür çürütsün ister, hangi anne baba benim gibi evladı para kazanmasa da ilim yolunda, ahlak yolunda hayatını sürdürsün.Birileri çıkıp böyle aileler var diyebilirler, bence vardır, ama şöyle vardır, önce saygın bir yer edindirmek için ellerindeki her imkanı diğer fakir çocuklara karşı orantısızca kullanırlar, sonrasında hadi gel bakalım “namaza” duralım derler.

Yeni Türkiye’nin sosyolojik ciddi sorunları var, ısrarla ve tekrar ederek, hiç durmadan beyan ediyoruz ki söylem düzeyinde her şey güzeldir, ama hakikatte sorunları masaya yatırıp mücadele etmezsek, söylediğimiz şey geçici bir rahatlama sağlamaktan öteye geçemez.


Bir küçük azınlığın sığ beğeni anlayışını tatmin etmeye çalışmaktan vazgeçip, yeni Türkiye’yi sorgulayan, üreten, ahlaklı ve değerleri olan bir gençlik üzerine inşa edersek, gelecek  bu milletin evlatlarının olur.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund