Ana içeriğe atla

Biji Amerika, Yaşasın Obama!

“Bir millet uyanır” diye başlasam istiklal harbine atıf olur, bu argüman en çok o vakitler, cumhuriyetin ilk yıllarında kullanılmıştır. Bir millet son kurşununu yunana atarak kendi bağımsızlığını kazandı.

Bağımsızlık uzun yıllar baya farazi bir şey olarak kaldı. Fakir bir millet, okulsuz bir millet, öğretmensiz bir millet nasıl bağımsız olabilirdi ki? Nitekim uzun yıllar batı yardımlarıyla ayakta kaldı, bunun karşılığı olarakta batının gölgesinde “emir eri” görevini yerine getirdi.

Bağımsızlık bir hayaldi, çünkü ne silahlar kendimize aitti, ne petrol vardı, ne de millette ve devlette kendini döndürecek bir para vardı.

Milletin sabırla katlandığı bütün bu süreçler sonunda, insani gücümüzle, çalışarak, çabalayarak, gerekiyorsa kavga ederek sonunda bağımsızlığını ilan etme aşamasına geldi. Dünya sistemine “dünya beşten büyük” argümanıyla meydan okumaya başladı. Dünya sistemi zafer kazanan, savaş kazanan ülkelerin dünyayı biçimlendirdiği bir sistem ve Türkiye çıktı buna meydan okudu.

Her şey gibi meydan okumanın da bir bedeli var, bu bedel şimdi önümüzde, işte bu bedeli ödeyip ödemeyeceğiz, tam da bir millet olarak ya bir ve beraber olup, bize dayatılan şeye meydan okuyacağız, ya da beşli sisteme teslim olacağız.

Türkiye direniyor, hem de dünyanın bütün emperyalist güçlerine karşı direniyor. Onların “bizim emir erimiz ol” zorlamasına karşı direniyor. Mazlumlara sahip çıkarak direniyor. Türkiye’nin bu direnişini kırmak için, içerden tam kalbinden, dostları tarafından hançerleniyor. Kobani bahane edilerek Kürtler eliyle tam da bu yapılmak istendi, gezi sürecinde de aynı şey denenmişti.

Kürtler, büyük bir iştiyakla batının kendilerine biçtiği rolü, tıpkı I. dünya savaşında olduğu gibi yeniden oynamaya çalışıyorlar. Urfa’dan, Fransızlara geçit vermeyen Urfa’dan, “biji obama,biji amerika” sloganları yükseliyor. Bu bize Sivas kongresinde Amerikan korumasını kabul edelim diyen zevatı şahaneleri hatırlatıyor. Bu bize, Şam’ın, Irak’ın, Arabistan’ın Osmanlıdan kurtulurken, İngiltere’ye, Fransa’ya kucak açmasını hatırlatıyor.

Coğrafyamız sanki I.dünya savaşı öncesine dönmüş gibi, Fransızlar, İngilizler, Amerikanlar hepsi bu coğrafyada ve bu coğrafyada yıllar önce ele geçiremedikleri Anadolu coğrafyasına da göz dikmiş gibi görünüyorlar.

Kürt kartı yeniden Ortadoğu coğrafyasında bir piyon olarak öne sürüldü, Kürtler sizinle yaşamak istemiyor diyerek İngilizlerin Hakkari’yi istediği zamanlarda olduğu gibi…Bu gün evet, Kürtler ordumuzu işgalci güç olarak görüyor, batıyı çağırıyorsa, batı ordularını çağırma potansiyeli varsa, şapkayı önümüze koyup düşünmenin zamanı gelmiştir.


Irak’tan, Suriye’den nasıl sökülüp atıldığımızı iyi analiz etmek zorundayız, zamanı anlamının, bugünü görmenin yolu geçmişten yani tarihten geçiyor. Bir millette tarih bilinci, milliyet bilinci kaybolmuşsa, geleceği kurmanın, geleceği inşa etmenin yolu kalmamıştır. 

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund