Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şen Şakrak Eğitim Meselemiz

Kimsenin konuşmadığı meseleleri mesele etmek, dağ başında tek başına bağırmaktan ibaret kalabilir,ama bu meseleleri gündeme getirmezsek bu sefer de, hakikati gördüğümüz halde görmezden gelme gafletine düşeriz ki, bu da üzerimize düşen vazifeyi yerine getirmediğimizden, maazallah hesabını veremeyiz, Eğitim tartışmamızın sadece dersane kapatmaya odaklanması, büyük talihsizliktir. Bu tartışma gerçek sorunlar önüne çekilmiş büyük bir perde gibi görünüyor. Oysa asıl mesele perdenin altında olan,derin bir soruna işaret eden eğitim meselemizdir. Eğitim sistemimizin bugün bir felsefesi mevcud değildir, üzerinde düşünülmemektedir, belki de kimsenin işine gelmiyordur, ya da üzerine düşünecek yeterli zihinsel olgunluğu hala erişmedik demektir. Kimse meseleyi mesele etmediği için sorun ortadan kalkmıyor, öyle dağ gibi önümüzde duruyor. Bugün okulların içi boşalmış durumda, okul dediğimiz beton binalardan ibaret kalmış, içinde ise büyük bir müsamere şeklinde süren, sığ, yoz ve hiçb

BELİRSİZLİK VE VAR OLUŞ

Her günkü insan olarak varolan “ben” olarak bilmek istediğimi bilmek istiyorum….farkındayım ki burada ortaya koyduğum şey çok fazlaca temel ve öz arayışı üzerine kurulu, her günkü yaşam içinde varolan insan için yani sıradan insan için bir anlamı olup olmadığını bilemiyorum. burada yapmaya çalıştığım şey kendi varoluşuma dair birşeyleri sorgulamak, araştırmaktır. Dünyada bulunmak yer kaplamakla ilgili olduğunu ileri sürebiliriz. Çünkü varolmak doğmuş olmayı, kütlesi, ağırlığı olan yani bir hacme sahip olan varolan olarak varlıktır. Bu açıdan bakıldığında dünyada bulunmak her açıdan her hangi bir şey gibidir. O zaman bütün şeylerin içinde bütün her şeyin varolması gibi vardır. Bu durumda önümüzde duran sorunsal buraya kadar normal görünüyor. Ama nasıl oluyorsa bu herhangi bir şey gibi varolan varlık kendi üzerine, çevresi üzerine diğer şeyler üzerine bir hâkimiyet sağlıyor. Onlar üzerine olabiliyor. Hem onları adlandırıyor, değiştiriyor, şekil veriyor hem de kendi olmaklığına anlam

Çoktan Seçmeli At Yarışı

Dersaneler öğretim kurumlarıdır, eğitim kurumları değildir. Kendi başına var olmaz, ancak varlığını ve gücünü uygulanan sınav sistemlerinden alır. Sınav sistemleri çoktan seçmeli soru sistemiyle uygulanır, bu durum herkesi hırslandırır, herkesi başarmaya iter, çünkü herkesin derdi nihayetinde “gazali olmak değil”, sistem içinde etiketlere bağlı bir kariyer elde etmektir, Türkiye’de kariyer demek diplomalarla gelen saygınlık demektir, aynı zamanda ekonomi ve zenginleşme demektir. Bu yüzden herkesin, bütün ailelerin istediği çocuklarının geleceğini ekonomik olarak kurgulamaktır. Ebeveynlerin derdi, çocuklarının gelecekte daha iyi bir insan olarak, adaletli, ahlaklı, faziletli,vicdanlı vs insanlar olması değil, daha çok iyi bir kariyer ve para öncelikleri vardır. Sağlık liseleri bunun en büyük kanıtı sayılabilir, şuanda tıka basa doludur, gençlerin yeteneklerine özelliklerine bakılmadan bu okullara kayıt edilmesinin altında yatan güdü, çocuklara “garantili” bir meslek edinmesi yö

DEVRİM VE FARAZİYE

Sosyal gerilim çoğu zaman toplumu dinç tutar, uyanık tutar, ama nereye kadar gereceğini bilmezseniz sonunda kopar. Çünkü insanların büyük oranda duygularına yenik düştüklerini gözlemliyoruz. Görünürde herkes statükoyu koruma isteği duyabilir, hatta var olan düzenin iyi olduğu algısını kendinde yücelte bilir. Ama tarihte bir çok defa görmüşüzdür ki, her şey bir anda devrime dönmüştür. Sosyal yapıyı sonsuza kadar geremezsiniz, bir yerde kopması muhtemeldir, ya da bu gerilimin muhtemel şiddet içerikli sonuçları ortaya çıkar. Sosyoloji açısından arab baharı ve yaşananlar iyi birer deneyimdir. Mısır ve Suriye bunun örnekleridir, şiddetin nasıl bütün toplumu saran bir şey olduğunu gözlerimizle gördük. Bunlar da çatışır mı dediğimiz yapılar, insanlar çatışmaya başlıyor, kimse de bu çatışmanın önüne geçemiyor. Bir yerde şiddet başlarsa, kelebek etkisi gösterir. Herkesi içine alır. Kimse bu şiddetten kaçamaz. Bunun için bu noktaya gelinmeden siyasetin, sokağın gerginliğinin düşü

Yeni Türkiyenin İnşası

Zaman yine kapıya yeni bir şeyler bıraktı. Kapımızda olan şey öyle karanlık görünüyor ki, ama ben bu karanlığın içinde doğudan yükselecek ışığı görüyorum. Geleceğin çağrısına kulak kabartıyorum. Gelecekteki yeni Türkiye’yi görüyorum. Zamanın ruhunu anlamak önemli, çağı anlamazsanız kaybedersiniz. Osmanlı kendi zamanını anlamadığı için tarihten silindi, Bizans İstanbul’u Fatih’e teslim ettiği vakitte bizansın içi geçmiş, ruhu kaybolmuş ve çürümüştü, çünkü zamanı kaçırmıştı. Biz geleceğe bakıyoruz da mevcut Türkiye geleceğe taşınabilir mi işte orası büyük sorun! Gelenek olmadan gelecek inşa edemeyiz. Bu hakikati herkesin görmesi gerekiyor. Temelsiz ev olmaz, geçmişsiz, geleneksiz birey olmaz. Bu yüzden geleceğe yürümek için geleneği yeniden temel yapmak zorundayız. Bu topraklarda olan zamanın bütün hışmına, şiddetine dayanmış, insan ilişkilerini, terbiyeyi, ahlakı, ruhu yeniden bireylere aşılamalıyız ki yeni Türkiye bir faraziye olmaktan çıksın, bir hakikat olsun. Gele

TIKANDI BABA HİKAYESİ

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. "Tıkandı Baba, çay getir!.." "Tıkandı Baba, kahve getir!.." Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. – Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı Baba meselesi? – Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı Baba.   – Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.   Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya; Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi

Muhafazakârlık

Türkiye bir çok açıdan değişiyor, bu değişimi parti “sessiz devrim” diye adlandırıyor. Bu adlandırma büyük oranda kabul görüyor, hatta sempatik bulunuyor. On yılda çok şey değişti, toplumun hayatına etki eden şeylerde gerçekleşti. Yollar, binalar, araçlar ve zenginleşme gerçekleşti…. Kısmı bir zenginleşme gerçeği yadsınamaz. Hatta türkiyenin en köklü sorunu bile bir “çözüme” doğru gidiyor. Türkiye bölgesinde ve dünyada zenginleşmesiyle birlikte önemi de artıyor görünüyor. Bütün bunları kabul etmeyen insan meseleye kör bakıyordur. Bütün bunlara itiraz edecek değilim, ama dikkat çekmek istediğim başka meseleler var. En temelde ise “eğitim” meselesi gelmektedir. Eğitimde büyük bir açmazın olduğu görülüyor, köklü ve büyük bir değişim ihtiyacı ortaya çıkmış durumda, ama ne hikmetse hiçbir şey yapılamıyor. Gezide ortaya dökülenler bu eğitim sisteminin en kariyerli kimseleriydi. Yani iyi okullar da okumuş, kabarık etiketleri olan, eğitimin her aşamasında ayrıcalıklı, her aşam

Muhterem Efendiler!

Muhterem efendiler, cehaletle savaşınız, nesilleri koruyunuz. Çünkü nesiller milletlerin geleceğidir, milletleri asırlara taşıyacak olanda bu nesillerdir. İslamın o yüce peygamberi cehaletin, atalar dinin, saçma anlayışların, bozulmuş inançların içine doğmuştu. Ama öyle güzel bir ruhla doğmuştu ki toplumun hiçbir yanlışını uygulamadı. Vicdanın, ruhunun yönünü izledi. İlk emir geldiğin de “ey Hatice ört beni” dedi. Oku emri gelmişti. “Rabbinin adıyla oku.” Düşünün muhterem efendiler bir düşünün, nasıl savaşacaktı cehalette, nasıl değiştirecekti bunca insanı. Nihayetinde tek başına bir insandı ve sosyal yasalar olduğu gibi geçerliydi. Yani isteseydi Allah hepsini tek çırpıda yok eder, ya da bir çırpıda onlara hakikati gösterirdi. Öfkeye kapılabilir, lanet okuyup hepsinin felaketini isteyebilirdi. Kaçabilirdi de. Bazen çok yalnız kalmıştı, tek başına hissetmişti, ama o seda ruhunu teskin etti: “korkma, rabbin seni terk etmedi.” Değiştirin muhterem efendiler, ama yasaklaya

Aşure Merasimi

*Bektaşi İlmihali'inden Önsöz'den "Geçenlerde muhterem refikalarımdan birisi emanet bir kitap vererek ….bunu okumakta iken akrabalardan birisi de bir kitap getirdi, yani hediye itti. Bu iki nüshada aynı tarihte yazılmış bir asır olduğunu mukabele ederek anladım. Her ikisi de 127 yapraktır sahifeleri yirmi bir satırdan ve her satırda altı yedi kelimeden mürekkeptir. Kitap esasen siyah mürekkep ile yazılmış …   Kitabın adı yoksada 84 inci fırkanın arka sahifesinde muharirrin “Muhammed seyfeddin bin zulfakri derviş ali” olduğu …"   Aşure merasimi Emirul müminin İmam Hasan Bin Ali El Murtaza, salaat ile selam Ali'ye..ya Ali … Aşure aşı ne gün pişüb ne gün mersiye kıraat olunur…muharrem el haram dahilinde onuncu günü ve yahut on ikinci günü ve yahut on yedinci gecesinden gününene değin aşk,sıdık ile karındaşlarıyla bir olup matem tutarlar. Pişecek aşure aşının levazımatı her ne ise … başka başka pişirip hazır olduğu halde, bade bade dahi bir

Hiçlik Çağı

Tarih yeni bir eşiğe doru ilerliyor. Karanlık ve ürkütücü bir dünyaya doğru, zaman kıyameti çağırıyor ya da yeni bir kurtarıcı çağına doğru ilerliyor,  Paradigmanın Çöküşü Tarihin paradigması değişiyor, her şey kökten sarsılıyor. Bu sarsıntı dünya tarihi açısından yeni bir kırılmayı işaret ediyor. Bu kırılma her şeyi tahtından ediyor. İnsanlığın binlerce yıldır biriktirdiği ne varsa  bir bir yıkılıyor, insanlık mirasının mezarı kazılıyor.   Bu paradigma savrulmasının yerini neyin alacağı sorunu ise ciddi soru işaretleri taşıyor. Zihinlerimiz bir açmaza girmiş durumda, dünyayı seyredecek, yorumlayacak, algılayacak bir penceremiz kalmıyor. Baktığımız da ise büyük oranda görece bir şeyler var, hakikat kayıp. Son kırılma toplumların kendi içlerinden doğuyor, toplumların kendi iç savaşlarından doğuyor, bunu kendi kapımızda, coğrafyamızda izliyoruz. Hem de canlı yayınlarla izliyoruz. Ortadoğu kan revan, büyük bir kaosun ve çıkmazın içindi. Batı ise ahlaki, ekonomik ve siyasi k