Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HİZMETİN SONU

Sosyolojik anlamıyla örgüt, ortak amaçları gerçekleştirmek için bir araya gelmiş insanlardan ve yapılardan oluşan bütünlüğe denir. Örgütsel yapıyı bir arada tutan temel dinamiklerden biri de amaçlar bütünüdür. Örgütler yasalar çerçevesinde kurulduğu gibi, yasal olmayan, devletin dışında da kurulan örgütlerde vardır. Örgütlerin temel iki meşruiyet kaynağı vardır, birinci meşruiyet kaynağı tarihi ve sosyal koşullardır, diğer tarafıyla da anayasa ve yasalardır. Türkiye’deki cemaatlerin meşruiyet kaynağı yasalar değil, tarihi ve sosyal koşullardır. Cemaatler bu yüzden bütün İslam tarihi boyunca varlıklarını korumuşlardır. Farklı isimlerle ve farklı şekillerle devletin dışında hep var ola gelmiştir. Devletin dışında var olan bu örgütlenmeler. Çoğu zaman devlete karşı, devletten doğan tehlikelerden korunmak için bireylerin sığındığı liman olduğu gibi, zaman zamanda devletlerin korunmasına ve yapılanmasına da öncülük etmişlerdir. Osmanlının kuruluşundaki şeyhlerin ve yapı

Aziz Ve Muhterem Cemaat

Biz cemaatin niçin ülkeyi kaosa sürüklemeye çalıştığını anlayamıyoruz. Neyle ilişkili olduğunu bilmediğimiz bir cemaat Türkiye’nin ayaklarında ki prangalardan biri haline geldi. Bu açıkça görülüyor. Amerika’daki hoca’ya neyin ve kimin etki ettiğini asla bilemeyeceğiz, orada olduğu sürece de hep kuşkuyla bakacağız. Hoca eğer burada olsaydı, mücadelesini gözlerimizin önünde sürdürseydi, ne için olduğunu, ne adına yaptığını beyan etseydi o vakit haklı olup olmadığını bilebilirdik. Cemaatin ileri sürdüğü kavramlar dünyaya sempatik gelebilir, hatta öyle ki gayri Müslimlere sonsuz saygı, sevgi, kardeşlik besleyebilirler. Nedense cemaat ötekilere gösterdiği sevgiyi, kardeşliği, kendi sokağındaki insana göstermiyor. Oysa bütün gücünü, etkisini, ekonomisini Müslüman cemaat üzerine kurmuşken, nasıl oluyor da onların reylerini hiçe sayıp, onların hükümetlerini yıkmaya kalkar.  Bu durumda cemaat öyle bir görüntü ortaya çıkıyor ki,  evin içinde eşine, çocuklarına kötü davranıp da, soka

Demokratik Devlet

Demokratik bir devlet yapısında seçilmişlere hiçbir vesayet, dayatma kabul edilemez. Bu toplum için bir felaket olur. Partiye karşı cemaatin yaptığı demokratik baskı elbette kabul edilebilir, ama şantajla, gayri hukuki yollarla, hükümeti işlemez hale getirmeye çalışmak, hükümeti devirmeye çalışması, bu durum demokrasinin karanlık bir kuyuya düştüğünü gösterir. Son operasyonlar cemaatin taleplerini hükümete diz çöktürerek kabul ettirmesi gibi okunmasının temelinde cemaatin siyasete müdahil olma arzusu yatıyor. Cemaat öyle anlaşılıyor ki uzun yıllar çalışmasının meyvelerini almak istiyor. Burada başka bir soruyu sormam gerekiyor, şu an kadar her iktidarla uyumlu çalışan, hatta 28 Şubata itaat eden cemaat, nasıl oluyor da şu an ki iktidara dönük operasyona kalkıyor? Bu sorunun cevabı sanırım uluslar arası bir mesele. Demokraside cemaat vesayeti kabul edilemez, olsa olsa ancak cemaatlerin, toplulukların, bireylerin hakları olabilir, talepleri olabilir, bunları ifade etme

Parti Devleti Üzerine

Türkiye uzun zaman Chp ile tek parti iktidarını yaşadı, bu öyle bir noktaya varmıştı ki, bizzat parti devletin kendisi halini almıştı. Neredeyse devlet demek, Chp ve İsmet İnönü demekti. Devletin partileşmesi aynı zamanda, bir parti ve bu partiye mensup zümrelerin anlayışı, dünya algısı, etnik kökeni devletin kendi ideolojisi haline gelmeye başlamıştı. Devlet bu zümrenin anlayışını topluma dayatmanın bir aygıtı haline gelmişti. Devlet bizzat ideolojinin kendisi halini alıyordu. Devletin bir ideolojik aygıt olarak varlığına elbette itiraz edilmeyebilir, çünkü bizatihi devletin kendisi insanlar tarafından oluşturulmuş bir organizasyon, bir aygıttır. Türkiye de sorun olan şey devletin bir azınlık algısını ve ideolojisini bütün topluma benimsetme zorbalığından kaynaklanmaktadır. Tek parti iktidarı, Kürt meselesi, dindarlar meselesi, azınlıklar meselesi ve daha birçok sorunun neredeyse çözülemeyecek noktaya getirmiştir. Çünkü parti aynı zamanda oligarşik bir zümrenin dünya algı

SOSYOLOJİ VE SORUNLAR

Dünyayı algılama biçiminiz, aynı zamanda sorunları nasıl çözeceğinizi de belirler. Bireyden başlayıp devlete kadar giden bir sorun çözme biçimi tamamen dünyayı ve insanı algılayış biçimi ile doğrudan ilintilidir. Bu yüzden neye inandığınız, neyi deneyimlediğiniz hangi etnik kökenden olduğunuz büyük önem kazanmaktadır. Hayatınızda var olan kültürel çeşitlilik, etnik kökeniniz, inandığınız şeyler,  yaşadığınız iklim ve doğa koşulları dünyayı algılama biçimizi büyük oranda belirler.   Bu da bize İbn-i Haldun’dan beri var olan sosyolojinin niçin ortaya çıktığını gösterir. Sorunları çözme biçimimiz psikolojik değil kültürel ve sosyaldir. Türkiye bu açıdan insanların dünyaya bakışlarının, durdukları yerlerin ciddi sorunlar içermesinden dolayı, ya da dünya algılarının çeşitliği yüzünden sorunları çözme biçimi çeşitliği var. Bu yüzden her bireye göre çözüm algısı oluşuyor. Bu da meseleyi içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Ortak çözüm mümkün mü? Devlet açısından, sosyal sorunlar açıs

MENFAAT KAVGASI

Türkiye sosyolojik bir kırılmadan mı geçiyor yoksa iktidarın gücünden kaynaklanan muhafazakârlıkla, cemaatin yaygın anlayış ve hizmet biçiminin çatışması mı yaşanıyor? Her şey bu kadar sosyolojik mi ya da her şey bu kadar demokratik mi? İşte orada ardı ardına soru işaretleri belirir. Gerçekten hükümet cemaat vesayetine mi direniyor? Gerçekten cemaat paralel devlet yapısını mı kurguluyor? Benim açımdan işin hiçte sosyolojik ya da demokratik olmadığı gerçeğidir.                                    Bu kavganın dersaneler üzerinden patlaması aslında baştan beri benim beklediğim bir şeydi, özellikle de gezide cemaatin konumu buna işaret ediyordu. Çünkü Erdoğan liderliği herhangi bir etkiyi ve kontrol dışı hiçbir unsuru kabul etmiyor gibi görünüyor. Bu durumda cemaatte devletten istediğini alamıyor, bundan rahatsızlık doğuruyor. Bu yüzden temelde çatışan islami anlayışlar  değil daha çok devlet içinde varolan memurların menfaat kavgası gibi görünüyor. Ortada aslında çok pragmatik

Şen Şakrak Eğitim Meselemiz

Kimsenin konuşmadığı meseleleri mesele etmek, dağ başında tek başına bağırmaktan ibaret kalabilir,ama bu meseleleri gündeme getirmezsek bu sefer de, hakikati gördüğümüz halde görmezden gelme gafletine düşeriz ki, bu da üzerimize düşen vazifeyi yerine getirmediğimizden, maazallah hesabını veremeyiz, Eğitim tartışmamızın sadece dersane kapatmaya odaklanması, büyük talihsizliktir. Bu tartışma gerçek sorunlar önüne çekilmiş büyük bir perde gibi görünüyor. Oysa asıl mesele perdenin altında olan,derin bir soruna işaret eden eğitim meselemizdir. Eğitim sistemimizin bugün bir felsefesi mevcud değildir, üzerinde düşünülmemektedir, belki de kimsenin işine gelmiyordur, ya da üzerine düşünecek yeterli zihinsel olgunluğu hala erişmedik demektir. Kimse meseleyi mesele etmediği için sorun ortadan kalkmıyor, öyle dağ gibi önümüzde duruyor. Bugün okulların içi boşalmış durumda, okul dediğimiz beton binalardan ibaret kalmış, içinde ise büyük bir müsamere şeklinde süren, sığ, yoz ve hiçb

BELİRSİZLİK VE VAR OLUŞ

Her günkü insan olarak varolan “ben” olarak bilmek istediğimi bilmek istiyorum….farkındayım ki burada ortaya koyduğum şey çok fazlaca temel ve öz arayışı üzerine kurulu, her günkü yaşam içinde varolan insan için yani sıradan insan için bir anlamı olup olmadığını bilemiyorum. burada yapmaya çalıştığım şey kendi varoluşuma dair birşeyleri sorgulamak, araştırmaktır. Dünyada bulunmak yer kaplamakla ilgili olduğunu ileri sürebiliriz. Çünkü varolmak doğmuş olmayı, kütlesi, ağırlığı olan yani bir hacme sahip olan varolan olarak varlıktır. Bu açıdan bakıldığında dünyada bulunmak her açıdan her hangi bir şey gibidir. O zaman bütün şeylerin içinde bütün her şeyin varolması gibi vardır. Bu durumda önümüzde duran sorunsal buraya kadar normal görünüyor. Ama nasıl oluyorsa bu herhangi bir şey gibi varolan varlık kendi üzerine, çevresi üzerine diğer şeyler üzerine bir hâkimiyet sağlıyor. Onlar üzerine olabiliyor. Hem onları adlandırıyor, değiştiriyor, şekil veriyor hem de kendi olmaklığına anlam

Çoktan Seçmeli At Yarışı

Dersaneler öğretim kurumlarıdır, eğitim kurumları değildir. Kendi başına var olmaz, ancak varlığını ve gücünü uygulanan sınav sistemlerinden alır. Sınav sistemleri çoktan seçmeli soru sistemiyle uygulanır, bu durum herkesi hırslandırır, herkesi başarmaya iter, çünkü herkesin derdi nihayetinde “gazali olmak değil”, sistem içinde etiketlere bağlı bir kariyer elde etmektir, Türkiye’de kariyer demek diplomalarla gelen saygınlık demektir, aynı zamanda ekonomi ve zenginleşme demektir. Bu yüzden herkesin, bütün ailelerin istediği çocuklarının geleceğini ekonomik olarak kurgulamaktır. Ebeveynlerin derdi, çocuklarının gelecekte daha iyi bir insan olarak, adaletli, ahlaklı, faziletli,vicdanlı vs insanlar olması değil, daha çok iyi bir kariyer ve para öncelikleri vardır. Sağlık liseleri bunun en büyük kanıtı sayılabilir, şuanda tıka basa doludur, gençlerin yeteneklerine özelliklerine bakılmadan bu okullara kayıt edilmesinin altında yatan güdü, çocuklara “garantili” bir meslek edinmesi yö

DEVRİM VE FARAZİYE

Sosyal gerilim çoğu zaman toplumu dinç tutar, uyanık tutar, ama nereye kadar gereceğini bilmezseniz sonunda kopar. Çünkü insanların büyük oranda duygularına yenik düştüklerini gözlemliyoruz. Görünürde herkes statükoyu koruma isteği duyabilir, hatta var olan düzenin iyi olduğu algısını kendinde yücelte bilir. Ama tarihte bir çok defa görmüşüzdür ki, her şey bir anda devrime dönmüştür. Sosyal yapıyı sonsuza kadar geremezsiniz, bir yerde kopması muhtemeldir, ya da bu gerilimin muhtemel şiddet içerikli sonuçları ortaya çıkar. Sosyoloji açısından arab baharı ve yaşananlar iyi birer deneyimdir. Mısır ve Suriye bunun örnekleridir, şiddetin nasıl bütün toplumu saran bir şey olduğunu gözlerimizle gördük. Bunlar da çatışır mı dediğimiz yapılar, insanlar çatışmaya başlıyor, kimse de bu çatışmanın önüne geçemiyor. Bir yerde şiddet başlarsa, kelebek etkisi gösterir. Herkesi içine alır. Kimse bu şiddetten kaçamaz. Bunun için bu noktaya gelinmeden siyasetin, sokağın gerginliğinin düşü

Yeni Türkiyenin İnşası

Zaman yine kapıya yeni bir şeyler bıraktı. Kapımızda olan şey öyle karanlık görünüyor ki, ama ben bu karanlığın içinde doğudan yükselecek ışığı görüyorum. Geleceğin çağrısına kulak kabartıyorum. Gelecekteki yeni Türkiye’yi görüyorum. Zamanın ruhunu anlamak önemli, çağı anlamazsanız kaybedersiniz. Osmanlı kendi zamanını anlamadığı için tarihten silindi, Bizans İstanbul’u Fatih’e teslim ettiği vakitte bizansın içi geçmiş, ruhu kaybolmuş ve çürümüştü, çünkü zamanı kaçırmıştı. Biz geleceğe bakıyoruz da mevcut Türkiye geleceğe taşınabilir mi işte orası büyük sorun! Gelenek olmadan gelecek inşa edemeyiz. Bu hakikati herkesin görmesi gerekiyor. Temelsiz ev olmaz, geçmişsiz, geleneksiz birey olmaz. Bu yüzden geleceğe yürümek için geleneği yeniden temel yapmak zorundayız. Bu topraklarda olan zamanın bütün hışmına, şiddetine dayanmış, insan ilişkilerini, terbiyeyi, ahlakı, ruhu yeniden bireylere aşılamalıyız ki yeni Türkiye bir faraziye olmaktan çıksın, bir hakikat olsun. Gele

TIKANDI BABA HİKAYESİ

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. "Tıkandı Baba, çay getir!.." "Tıkandı Baba, kahve getir!.." Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. – Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı Baba meselesi? – Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı Baba.   – Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.   Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya; Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi

Muhafazakârlık

Türkiye bir çok açıdan değişiyor, bu değişimi parti “sessiz devrim” diye adlandırıyor. Bu adlandırma büyük oranda kabul görüyor, hatta sempatik bulunuyor. On yılda çok şey değişti, toplumun hayatına etki eden şeylerde gerçekleşti. Yollar, binalar, araçlar ve zenginleşme gerçekleşti…. Kısmı bir zenginleşme gerçeği yadsınamaz. Hatta türkiyenin en köklü sorunu bile bir “çözüme” doğru gidiyor. Türkiye bölgesinde ve dünyada zenginleşmesiyle birlikte önemi de artıyor görünüyor. Bütün bunları kabul etmeyen insan meseleye kör bakıyordur. Bütün bunlara itiraz edecek değilim, ama dikkat çekmek istediğim başka meseleler var. En temelde ise “eğitim” meselesi gelmektedir. Eğitimde büyük bir açmazın olduğu görülüyor, köklü ve büyük bir değişim ihtiyacı ortaya çıkmış durumda, ama ne hikmetse hiçbir şey yapılamıyor. Gezide ortaya dökülenler bu eğitim sisteminin en kariyerli kimseleriydi. Yani iyi okullar da okumuş, kabarık etiketleri olan, eğitimin her aşamasında ayrıcalıklı, her aşam

Muhterem Efendiler!

Muhterem efendiler, cehaletle savaşınız, nesilleri koruyunuz. Çünkü nesiller milletlerin geleceğidir, milletleri asırlara taşıyacak olanda bu nesillerdir. İslamın o yüce peygamberi cehaletin, atalar dinin, saçma anlayışların, bozulmuş inançların içine doğmuştu. Ama öyle güzel bir ruhla doğmuştu ki toplumun hiçbir yanlışını uygulamadı. Vicdanın, ruhunun yönünü izledi. İlk emir geldiğin de “ey Hatice ört beni” dedi. Oku emri gelmişti. “Rabbinin adıyla oku.” Düşünün muhterem efendiler bir düşünün, nasıl savaşacaktı cehalette, nasıl değiştirecekti bunca insanı. Nihayetinde tek başına bir insandı ve sosyal yasalar olduğu gibi geçerliydi. Yani isteseydi Allah hepsini tek çırpıda yok eder, ya da bir çırpıda onlara hakikati gösterirdi. Öfkeye kapılabilir, lanet okuyup hepsinin felaketini isteyebilirdi. Kaçabilirdi de. Bazen çok yalnız kalmıştı, tek başına hissetmişti, ama o seda ruhunu teskin etti: “korkma, rabbin seni terk etmedi.” Değiştirin muhterem efendiler, ama yasaklaya

Aşure Merasimi

*Bektaşi İlmihali'inden Önsöz'den "Geçenlerde muhterem refikalarımdan birisi emanet bir kitap vererek ….bunu okumakta iken akrabalardan birisi de bir kitap getirdi, yani hediye itti. Bu iki nüshada aynı tarihte yazılmış bir asır olduğunu mukabele ederek anladım. Her ikisi de 127 yapraktır sahifeleri yirmi bir satırdan ve her satırda altı yedi kelimeden mürekkeptir. Kitap esasen siyah mürekkep ile yazılmış …   Kitabın adı yoksada 84 inci fırkanın arka sahifesinde muharirrin “Muhammed seyfeddin bin zulfakri derviş ali” olduğu …"   Aşure merasimi Emirul müminin İmam Hasan Bin Ali El Murtaza, salaat ile selam Ali'ye..ya Ali … Aşure aşı ne gün pişüb ne gün mersiye kıraat olunur…muharrem el haram dahilinde onuncu günü ve yahut on ikinci günü ve yahut on yedinci gecesinden gününene değin aşk,sıdık ile karındaşlarıyla bir olup matem tutarlar. Pişecek aşure aşının levazımatı her ne ise … başka başka pişirip hazır olduğu halde, bade bade dahi bir

Hiçlik Çağı

Tarih yeni bir eşiğe doru ilerliyor. Karanlık ve ürkütücü bir dünyaya doğru, zaman kıyameti çağırıyor ya da yeni bir kurtarıcı çağına doğru ilerliyor,  Paradigmanın Çöküşü Tarihin paradigması değişiyor, her şey kökten sarsılıyor. Bu sarsıntı dünya tarihi açısından yeni bir kırılmayı işaret ediyor. Bu kırılma her şeyi tahtından ediyor. İnsanlığın binlerce yıldır biriktirdiği ne varsa  bir bir yıkılıyor, insanlık mirasının mezarı kazılıyor.   Bu paradigma savrulmasının yerini neyin alacağı sorunu ise ciddi soru işaretleri taşıyor. Zihinlerimiz bir açmaza girmiş durumda, dünyayı seyredecek, yorumlayacak, algılayacak bir penceremiz kalmıyor. Baktığımız da ise büyük oranda görece bir şeyler var, hakikat kayıp. Son kırılma toplumların kendi içlerinden doğuyor, toplumların kendi iç savaşlarından doğuyor, bunu kendi kapımızda, coğrafyamızda izliyoruz. Hem de canlı yayınlarla izliyoruz. Ortadoğu kan revan, büyük bir kaosun ve çıkmazın içindi. Batı ise ahlaki, ekonomik ve siyasi k

Tarih Sahnesi

  “Tarihten ders alacağız, ama yeniden tarihi diriltmeye çalışmayacağız, zamanı geri alamayız, kendi mührümüzü taşıyan kendi medeniyetimizi kuracağız” Doğu Türkistan’dan Bağdat’a, Bağdat’tan Kudüs’e, Kudüs’ten Kabe’ye, Kabe’den Şam’a, Şam’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Bosna’ya bir yol olacak. İşte bizim haritamız bu. Bütün İslam milletlerinin kurtuluşu için tek çare kavuşmak, sınırları kaldırarak, ön yargıları kaldırarak, yozluğu, yobazlığı, katılığı kaldırarak, adaletsizlikle, cehaletle savaşarak.. İslamın nurlu ışığı altında kucaklaşacağız. Bizim tek adımız olacak “Müslim”, ne etnik kimliklerimiz, ne mezheplerimiz, ne de çıkarlarımız öncelik olacak. Sadece Müslim, yani teslim olmuş kardeşler olacağız. Adaleti gözeteceğiz, bir birimizin hukukuna saygı duyacağız. Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olacak bir anlayışla yeniden tarih sahnesine döneceğiz. Sakarya da Mustafa Kemal Paşa ve Anadolu’nun evlatları son meydan savaşını kazandılar. Yokluk içindeydiler, ezilmiş

Kızma Birader

Yaftalamak alışkanlık haline geldi. Oysa has düşünceler, rahat ortamlarda filiz verir. Yargılamanın olduğu, suçlamanın olduğu bir ortamdan yeni fikirler beklemek boşunadır. O yüzden sığlık, kitlenin niceliksel hâkimiyeti gündemi belirliyor. Bunun Türkiye’nin gerçek gündemi olduğunu düşünmüyorum. Okumuyorlar ama dünyanın en harika bilginleri imiş gibi davranan çokça insan var. İnsan gerçekten bunların karşısında konuşmaya utanıyor. Her şeyi kendileri biliyor ya, bizim bildiğimiz nedir ki? Böyle bir dünya dururken karşısınız da siz ne yapacaksınız; ya sizde başkalarının yaptığı gibi kolayca yaftalayama ayinlerine katılacaksınız, ya da bütün bunlara şuan da bu yazıda olduğu gibi meydan okuyacaksınız. Galiba ben meydan okumayı seviyorum. Önüme gelene nasıl olur da fitneci derim. Fitne kavramı dini bir kavram, ama bizim meselemiz iktidar meselesi, yani insanların çıkar savaşlarının içine getirip fitne kavramını yerleştirmenin anlamı ne! Elbette bir anlamı var bunun, iktidara di

Erdoğan Liderliği

Türkiye’de bir olgu var, başbakan Erdoğan! Girdiği her seçimi kazanmış, rakiplerine hiç alan bırakmamış bir lider profili. Hem yerli, hem güçlü, hem de karizmatik bir lider. Aynı zamanda yerli değerleri iliklerine kadar hisseden bir liderdir. Topluma ve çevresine kendi karizmatik mührünü vurmuştur. Türk siyasetine de kişisel rengini vermiştir. Elbette bu rakipler için kabul edilemezdir. Ama yapılacak çok bir şey yoktur. Çünkü karşınızda ki rakibiniz Erdoğan olunca, teslim olmaktan başka seçenek kalmıyor. Ak partide Erdoğan’ın rengini taşır, onun mührünü taşır. Kim ne derse desin, karizmatik liderliğini topluma benimsetmiştir. Bunu toplum zorla değil, içtenlikle benimsemiştir. Çünkü Erdoğan’ın rengini kendi renkleri bilmişlerdir. Sayın Erdoğan siyasetin epey önünde bir liderdir. Rakiplerinin entelektüel seviyesi ortadayken, kullandıkları kavramların çirkinliği, karamsarlığı, kötümserliği yeterince itici olmaktadır.  Chp genel başkanın kullandığı dil gibi. Hiç kimse, bu

Endülüsü Hiç Unutmayın

Ak parti Türkiye’yi öyle bir noktaya taşıdı ki buradan dönülmesi imkansız; yani eve dön çağrısı yapmak boşuna ve işe yaramaz. Çünkü ismet özelin dizelerinde olduğu gibi “öyle bir yol yürüyerek geldik ki, yağmur gibi eve dönemeyiz.” Eskiden olduğu gibi olsaydı, Türkiye ekonomik krizlerle, terörle boğuşur dururdu. Yöneticilerimizde hangi dünya abisine hizmet edeceklerini, parayı kimin çok vereceğini düşünür, durumu idare ederlerdi. Kemalistler ise o sırça köşklerinde çilingir sofralarında hep bir ağızdan andımız okurlar ve yahut onuncu yıl teranesini söyler dururlardı. Ak parti on yılda Türkiye’nin o tarihte olduğu gibi yeniden eski zindeliğine kavuşmasını sağladı. Bu da bölgede kurulmuş tezgâhları darmadağın etti, çünkü bu zinde güç bütün İslam milletlerine itici güç oluyor. Türkiye başardıysa, bizde başarırız inancı yaygınlaştı. İşte bu yüzden İslam’ın karşısında ki medeniyetlerin korkulu rüyası haline geldi. İsrail tamda bu korkunun somut tezahürlerini gösteriyor, Türkiye

Yasa Devleti Üzerine

Yasaların gücü kamusal desteğinden gelir, devletler çoğu zaman sosyolojik ihtiyaçlardan değil kamunun ihtiyaçlarından dolayı yasa yapar. Kamunun ihtiyaçlarını belirleyen, yönlendirende çıkar gruplarıdır. Çıkar gruplarının kim olduğu önemli değildir, yani hangi ideolojiden beslendikleri değil, daha çok çıkar gruplarının ne kadar kar elde edeceğiyle ilgilidir. Kamuya ait kaynakları kullananlar kimseler, kesimler bu çıkar gruplarını temsil edeler, bazen bir kapitalist bir hacıağa, bazen kapitalist bir tefeci, bazen de beş liralık bir kar için bütün ülkesini satacak iki yüzlü simsar olabilir. Ama nihayetinde arzu şudur:”benim kar’ım her şeyin üzerindedir.” Devlet çoğu zaman bu arzulara cevap verir, iktidarlar çevrelerine toplanan bu simsarlar yüzünden körleştirirler. Bunlar öyle perdeler asarlar ki evin içine, iktidar oradan ülkesinde olan her şeyin, yaptıkları her şeyin halkın, milletin arzusu diye görebilir. İktidar yaptığı yasarlarla bu halkın arzusuna cevap veriyor yanılgı

Başbakan’ım Her Şey Yolunda

Erdoğan sonrası siyasi arena ciddi soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Erdoğan’ın karizmatik liderliği, toplumun bu liderliğe olan bağlılığı ve alışkanlığı yeri doldurulmaz bir boşluğa dönüşebilir. Erdoğan’dan sonra gelecek her parti başkanı büyük oranda beklentilere hitap etmeyecek, zihinler alışık olduğu o liderliği o kişi de arayacaklar. Ak parti bir koalisyon partisidir, Anadolu insanın büyük kesimlerinin vicdanıydı. Her kesim içindeydi, çünkü ak parti öncesinde Türk siyaseti ve ekonomisi çökmüştü. Toplum yeni bir enerji ve soluk arıyordu. Aradığını da Erdoğan’da bulmuştu. Bu koalisyonun farklı kesimlerin üzerinde anlaştığı partinin başındaki karizmatik liderlikle büyük bir güce dönüştü. Türkiye’ye gerçek bir iktidar oldu. İktidar pastasının üzerinde kavga çok olur. Sayın Erdoğan’ın ilan ettiği gibi artık milletin iktidarı gerçekleşmiştir. Bu tespit bir açıdan doğru ama başka açılardan üzerinde düşünülmesi gerekir. Kim bu pastadan daha çok pay alacak mesel

küçük hikayeler

Gerçek çoğu zaman yalındır, karmaşanın içinde bütün hakikatler kaybolup gider. siyasal tartışmalar, taraflı algılar yaşamın pratiklerini ifade etmez. herkes zihninde ki dünyanın süvarisi, savunucusudur. yani herkese buyur ettiğin şey, kafanın içinde ki kendi doğrularından başka bir şey değildir, ama yaşamın hakikisi sokakta, etrafta akar gider. Kısa ve yalın yazılmış insan öyküleri. Dersanedeyim, bir genç geldi, yirmili yaşlarda. Uzun zaman olmuş liseyi bitireli. İnşaatlarda çalışmış  ama içinde hep bir okuma aşkı. Dinmemiş bu arzusu, üniversiteye gitmek istiyor. İnşaatta kazandığı para ile sobalı bir ev tutmuş kardeşiyle birlikte orada kalıyorlar. İki kardeş, iki umut, iki insan hikayesi. Bir gün evlerine misafir de oldum. Dersanede en gayretli öğrencilermizden biri oldu. Sıfırdan başlayıp epeyce yol aldı. Ve sonunda o azmi sayesinde Uludağ üniversitesi işletmeye girdi. Amerikada okuyan insanlar için bu hikaye bir anlam ifade etmeye bilir. Ama bu sivasımızın bir evladı

Panoramik Türkiye Fotoğrafı

Türkiye’nin fotoğrafını çekmek mümkün mü? Gezi de çekilen bir fotoğraf vardı, işte Türkiye’nin fotoğrafı diye medyamız pek manidar kullandı fotoğrafı. Bazı siyasal kesimlerde belli fotoğraflar paylaşıyor, işte Türkiye’nin fotoğrafı. Oysa hiçbir kare Türkiye’yi tam yansıtmıyor. Tek karelik fotoğraflara, sadece gerçeğin bir kısmı yansıtır, gerçeğin tamamını asla yansıtmaz. Çünkü o kadar büyük bir medeniyeti ve ülkeyi tek bir kare sığdıramazsınız. Gerçeği tek karelik algılamak, hakikate at gözlüğüyle bakmaktan başka bir anlamı yoktur. Oysa gerçek daima çok boyutludur. Sosyal olaylarda, siyaset de ve dahi insan da çok boyutludur. Bu yüzden tek karelik pozlar hep Nasreddin Hoca’nın sen de “haklısın”la biten fıkrasını anımsatır. Yani hakikat ortaya çıkmaz, herkes hakikatin bir ucundan tutar ama tarif edilen fil olmaz. Türkiye bütün tarafların bir ucundan tutuğu ama bir türlü tarif edemedikleri o fil’i anımsatır işte. Benim fili tarif edecek bir yetkinliğim yok elbet de, öyle bir

Paketin Sosyolojisi

Paket açıklandı, beğenenler var, beğenmeyenler var, eksik bulanlar, biz daha iyisini yapardık diyen çokça insan var. Türkiye de büyük başarılara aşağı yukarı böyle bakılır. Ya karşı çıkılır, ya da biz daha iyisini yapardık noktasından tartışılır. İçerik konusu çoğu zaman tartışılmadan kapanır gider. Sosyoloji bilimi açısından baktığımız da ise işin aslı hiçte böyle değildir. Ortaya konan değişim unsurlarının, topluma nasıl yansıyacağı ve gelecekte ortaya çıkartabileceği olası durumların, tartışılması, sorgulanması gerekir. Andımız meselesinde de böyle olmuştur, kalksın diyenlerle kalkmasın diyenler saflaşmasıyla sonlanmıştır. Kalksın diyenler genelde farklı etnik unsura mensup kişilerden oluşmakta, kalkmasın diyenler ise siyasal bir Türkçülükle olaya yaklaşmaktadırlar. Türkiye’de genelde Türkçülükte Türklere ait bir söylem ya da milliyetçilik türü değildir. Her şey de olduğu gibi, Türkçülüğü de büyük oranda Türk olmayanlar yapmaktadırlar. Türkler milliyetçi değildir, gerçe