Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Erdoğan Karşı Kazanmak

  Erdoğan’a karşı kazanmanın çok az yolu var. Sanırım ona karşı kazanılabilecek tek seçim yarışı cumhurbaşkanlığı yarışı olacaktır, bunun sosyolojik veri olması, bu durumun gerçekleşeceği anlamına gelmez. Bir sosyolojik ön görü nasıl gerçekleştirilebilir, elbette kadere, geleceğe mutlak hakimiyet söz konusu olamaz, şunu da belirtelim ki sosyal olaylarda daima sapma olur. Bu yüzden çoğu zaman Türkiye üzerine sosyal mühendislik yapanların sonuçları kestiremediği pek aşikar hale geldi. Türk siyasetindeki muhalifler maalesef bu tip durumları analiz etmekten aciz görünmektedir. Analiz için bir çok veri bir araya getirilmeli, bunlar üzerine çalışmalı ve kazanmaya dönük pratikler ortaya konmalı. Ama ortada muhalefet diye dolaşan küfürbaz, kafası kıyak tiplerden başka bir şey görünmüyor. Kürtçü hareket Marksist, kompleksten kurtulamıyor, mhp kendi köşesinde pek huzurlu, chp altındaki eşeği küheylan at sanan bir kafa da yürütüyor işlerini. Bu yüzden cumhurbaşkanlığı seçimine dönük

Kalpazanlık Davası

Dini siyasete alet etmenin, çıkarlar uğruna kullanmanın sonu felakettir. Hiçbir şekilde kimseye bir hayır getirmez. İnsanlar belki karlı çıktıklarını düşünebilir, devasa şirketler kurup, büyük zenginlik elde edebilirler, ama gördüğünüz gibi nasıl bir felakete dönüştüğünü gülen örgütünün geldiği noktayla görüyoruz. Anadolu insanın neleri not ettiğini, nasıl ince şeyleri toplumsal hafızasına işlediğini asla bilemezsiniz, mesela şimdi gidin rastgele bir eve misafir olun bir vakıf için, bir hayır kurumu için yardım isteyin, bakın size cevapları ne olacaktır. Aman diyecekler, aman efendim bizden uzak olun diyecekler, sizin gibilerini çok gördük diyecekler. Bu toplum sizin gibileri çok gördü, bismillah’la başlayıp da anasını ağlatanı çok gördü, hacı hocası kazığını atarken sakalını sıvazladı. Öyle ki anne babalardan evlatlarına aman hacıyla hocayla iş tutma diye nasihatlere bile başlandı. Geldiğimiz noktanın sosyolojik özeti bu, o yüzden İslam dünyasıyla ilgili Türkiye’deki İsla

KUYUNUN DİBİ

KUYUNUN DİBİ 19 Mart 2009, 11:32 Herkese Açık Arkadaşlar Sadece Ben Özel öğrenci Ankara Civarından Geri Dön “Züleyhayı tanıyan Yusuf” Bir kuyuya attılar öldüğünü sandılar. Geri dönüp kayboldular kardeşler Sandılar, planladılar unuttular her şeyi Kuyu oldu Yusuf’un, Yusuf oldu bir kader bir yol Kardeşler bir ihanet bir ihtiras, bir kalıntı Kuyu aydınlandı, Züleyha oldu aşk oldu Kerem etti tanrı, bağışladı. Yusuf oldu bir kul Kulun ömrü nedir ki evrende bir zerre bir an Hey be gafiller cahiller softalar avanaklar Görmez gözlerle nereye bakıyorsunuz. Kuyunun dibinde Yusuf var züleyha var aşk var. “Züleyhayı tanımayan çocuk” Bırakıp gittiler kimseler görmedi Kalabalık bir caddenin orta yerinde çocuk Öyle bir boşluk ki, etrafında insan suretleri Korkuyor çocuk gölgelerden, suretlerden Ne bir aşk, ne bir aydınlık hep kara yazgı Bildiği kadar bir dünya tanrı ve bitmeyen yokluk Dipsiz, sonsuz karanlık bir kuyu boşluk “ve Züleyhası kayıp dünya” Bilirdi Yusuf Evren döner aşkla sen bi

Erdoğan ve Çankaya

Erdoğan’nın Çankaya’ya çıkması, Türk siyasetinde ondan  kurtulma yöntemi olarak görülüyor, çünkü seçim meydanlarında yenemedikleri lideri, siyasetin dışına atarak ondan kurtulmayı çok kişinin hesapladığından kuşku yoktur. Cumhurbaşkanlığı ne kadar yetkili olursa olsun nihayetinde yürütme erkinin pratikleri bağımsızdır, bazı atamalar, bazı durumlarda bakanlar kuruluna başkanlık etme yöntemlerinin dışında yasamaya ve yürütmeye dair pek bir şey yoktur. Erdoğan Çankaya’ya çıktığında ne yapacak, seçilecek olan başbakan yürütme erkinin gücünü Çankaya ile paylaşır mı? Gelen başbakan kukla başbakan olur mu? Bunların pek olası olduğunu düşünmek, Türkiye’yi hiç anlamamak demektir. Seçilmiş cumhurbaşkanı ne kadar oy almış olursa olsun var olan sistem içerisinde yetkilerini kullanma açısından eskilerden farklı olamaz. Seçilmiş cumhurbaşkanı eğer siyasete müdahale etmeye kalkarsa bu var olan Türk siyaseti açısından kabul edilebilir bir şey olmaz. Bu durumda sürekli, cumhurbaşkanın

Çok Ciddiyim

Diyanet işleri başkanlığı bu sene ki kutlu doğum haftasının temasını samimiyet olarak belirlemiş. Bir rüya gibi, bir düş gibi, bir hayal gibi vesayir şeyler gibi. Gülsem mi ağlasam mı? Yoksa ya rab bana bir teselli ver şarkısını mı mırıldansam? İşte nihayetinde geldiğim son nokta yar bana bir eğlencedir. Dil güzeldir kelimeleri severim, dilin kemiği de yoktur, her şey söylenebilir, her şey makaraya alınabilir, google bakılıp samimi ayet yayını da yapılabilir. Kürsülerden yüksek perdeden samimiyet nutukları da atılabilir. Zaman gelir, bir anda ekran ayarlarını değiştirir, Bülent Ersoy başını örter, ekran da baya samimi görünür, kandil geceleri kerhanenin kapısına “kandil gecesi dolaysıyla” kapalıyız yazılır, bunda da insanlar baya samimidir. Kimseyi hiç kimseyi samimiyetsiz göremezsiniz, herkes işini samimi yapar, elinden geldiği kadar samimiyetten taviz vermez. Hırsızımız bile samimidir, öyle samimidir ki, kim bilir belki çalarken bile besmele çekiyordur. “kalpleri ancak

Süper kahraman çocuk

Zamane çocuğu amerikan filmleri izliyor, bazen süpermen oluyor, bazen örümcek adam, bazen de dev gibi güçlü, uzaylıları filan yenen kaslı adamlara dönüşüyor. Bizim kuşağın Amerikan filmi görmüşleri “güç bende” diye bağırır, ama ensesine bir tokat yedi mi gerçek dünyayla tanışıverirdi. Biz ise daha çok battal gazi, kara murat olurduk, bu herkesin hoşuna giderdi, battal gazi savaşır, düşmanlarını yenerde, arada zıplar uçardı, bizde damlara çıkar onun gibi damların üzerinden yumuşak zeminlere atlardık, bir keresinde az kalsın çenemi kırıyordum. Toplumsal yaşam iç içe geçtiği için, çoğu zaman “onlar bir film evladım” diye hatırlatan dedelere rastlardık, bunlar gerçek değil diyen “okumuş ağabeylere, ablalara” rastlardık. Yaşadığımız yerde etrafımız kalabalıktı, yani her bir hata da sizi hakikati hatırlatan insana rastlardınız, bu bazen sert olur, bazen sevgiyle olur, ama mutlaka hatırlatılırdı. Bu hatırlatmalar bizim toplumsal bir varlık olduğumuzu ve bu yaşam içerisinde ölçül

TANZİMAT ZANPARALARI

Tanzimat’ta Osmanlı aydının bir düşü vardı Fransa, Paris! Osmanlı aydını kimdi, bilmem kimden nereden dönmüştü Allah bilir! Ama öyle hayrandı ki batıya, öyle düşmandı ki Anadolu’yu, tiyatrosunda, sanatında, romanında hep milleti aşağılardı. Bodur Türk, diye aşağılardı, kara kavruk diye aşağılardı, ama o Türk, o küçümsedikleri Anadolu insanı vatanı uğruna her gece bir düşman askerinin kellesini alırdı. O roman, o sanat, o tiyatro Anadolu insanını hiç anlatmadı, onu hiç anlamaya çalışmadı, onun hayatının hikâyesini hiç yazmadılar, bu yüzden iğreti, bu yüzden saçma, bu yüzden ancak Anadolu’da soba yakmaya yaradı. Çanakkale’de aziz milletin Mehmetleri, Ahmetleri göğüslerini erkekçe kurşunlara siper ederken, geride, İstanbul’da, ölen her Mehmet için, ölen her Ahmet için kına yakan bir rum vardı, bir ermeni vardı, bir yahudi vardı, bilmem daha başka kim vardı. Bu milletin diz çökmesi için her yolu deneyen, her aracı kullanan bu Tanzimat artıkları iyi bilmeli ki, öyle üç beş çapu

Tek Kişilik Zafer

Tek kişilik bir ordu, tek kişilik bir senfoni gibi meydanlarda Erdoğan’dan yükselen o ses, o seda yankılanıyor.  Bütün dost bildikleri tarafından sırtından vurulmuş bir adamın, onlarca yaraya rağmen meydanlarda o gür sesi yankılanıyor. Eline aldığı sancağı bırakmıyor. Erdoğan’ın kendi zaferi de tek kişilik olacak, parti dediğin şey görünürde hiçbir şeye benzemiyor, rüşvetin çarkında boğulmuş, kendi çıkarının peşinde koşan adamlardan müteşekkil,  ayetlerle makara yapan kafalardan ibaret birer hiç, birer zavallılar topluluğudur. Burada kazanacak bir kişi var Erdoğan’dır, o da meydanlarda yalnız ve yalın kılıç. Yaralanmış, aslanın pençesine düşmüş bir ceylan gibi ama yine de koşusuna devam ediyor, bütün avcıların, bütün kötü karanlık adamların çelme takmalarına rağmen o durmadan koşuyor. Bazısı kalbinden vuruyor, bazısı sırtından vuruyor, bazısı çelme takıyor, bazısı elini ayağını bağlamaya çalışıyor, ama o yine de pes etmiyor. Meydanlara umut veriyor, enerji veriyor, dirli

Sıkıldım ve Yoruldum

İki yüz yıldır Türk milletine hep bir şeye benzetmeye çalıştılar, bazen Fransız görünümlü olsun dediler, yeri geldi İngiliz, yeri geldi Yahudi’ye benzetmeye çalıştılar, oysa biz hiçbirine benzeyemedik, o yüzden bizden hep nefret ettiler. Biz türkü dinledik, onlar bizim önümüze opera koydular, biz oturup bağdaş kurarak yedik, onlar masa koydu önümüze, biz saftık onlar batı görmüştü, bizi hep batıya benzetmeye çalıştılar, ama nihayetinde hep bizi öteki, aşağı bir şey olarak algıladılar. Nefret ettiler, diyorum; çünkü gerçekten hiç anlamaya çalışmadan büyük bir öfkeyle bizden nefret ettiler, menderesten nefret ettiler, Erdoğan’dan nefret ettiler, onları seçenlerden nefret ettirler. Hiç anlama zahmetine bile girmediler, çünkü ihtiyaç duymadılar, ellerinde her türlü imtiyaz vardı. İmtiyazlar kaybolunca nasılda höykürüyorlar, değişik tonlarda bağırıp çağırıyorlar. Bu millet artık, tepesindeki bu bağırtıları gürültüleri işitmek istemiyor. Türkiye insanı artık kendi sesinin duymak