Ana içeriğe atla

YAVUZ SULTAN SELİM VE ERDOĞAN

Yavuz Sultan Selim İran’a karşı düzenlediği seferde büyük bir zafer kazandı. Şah İsmail’in çaldıranda kaybetmesinden sonra İran Şii Hanedanlığı uzun zaman tarih sahnesinde kendi içine kapanık olarak kaldı. Bunun yanı sıra ise Osmanlı imparatorluğu coğrafyanın büyük bir kısmına hâkim oldu ve Sünni İslam dünyasının lideri haline geldi. Yüzyıllar boyunca Osmanlı Ortadoğu’nun lideri ve kalkanı olarak varlığını sürdürdü.

İran Osmanlı’nın bu hâkimiyeti karşısında sinsice acem oyunları dışında pek bir şey ortaya koyamadı, bütün kadim şehirlerini Osmanlı imparatorluğuna kaptırdı. Tarihi süreç içerisinde Osmanlının I.Dünya savaşından yenik çıkması ve Türkiye’nin kaos ve çalkantılar süreci Ortadoğu’da etkisini yitirmesine neden oldu.

İran ise 1979 yılındaki şahın devrilmesinden sonra İslam dünyasında yeni bir devrim rüzgârı estirdi. İsrail’e ve Amerika’ya olan karşıtlığı nedeniyle uzunca bir zaman Ortadoğu’da etkili bir propagandada bulundu. Ortadoğu’da Türkiye’nin laik ve modern yüzüne karşı Iran’ın İslam ve batı karşıtlığı argümanı kazanıyordu.

Son zamanlarda ise İran’ın bu politikasının iki yüzlülükten ibaret olduğu anlaşıldı. Bugün ise İran’ın geçmişte İsrail’le yaşadığı  “it dalaşının”  teatral içerikler taşıdığını görmekteyiz. nihayetinde İran’la, İsrail’in aynı çuvalın içinde dans ettiklerini görmüş olduk.

İran bu coğrafyaya hâkimiyetinden hiç vazgeçmedi. Bunu ideolojik bir amaç doğrultusunda devlet politikası olarak uygulamakta, bunun için her aracı -“terör” de dahil – kullanmaktalar.

Türkiye ise uzun zaman sonra zümrüdü anka kuşu gibi yeniden küllerinden doğdu ve coğrafyanın ufkunda Erdoğan’la birlikte parlamaya başladı. İran’ın ve diğer batılı sömürgeci unsurların at koşturduğu coğrafyanın bütün düzenini alt üst etti.

Ortadoğu’nun ağırlıklı Sünni halkları “van minüt” çıkışını gördüklerinde Ortadoğu düzeni çatırdadı, Türkiye de ak parti deneyimi bütün düzeni alt üst etti.

İran’ın bölgedeki otoritesi sarsıldı, Türkiye’nin ve Sayın Erdoğan’ın karizması bütün Sünni arap sokaklarında yankılandı, bu gurur verici bir şey bizim açımızdan, ama bu karizmanın ve etkinin stratejiye dönüşmesi, planlı ve sürdürülebilir bir ideolojiye dönüşmesi gerektiği açıktır. Yoksa tarih bizi duygusal bir andı ve gelip geçti noktasına getirir.

Ümmet bilinciyle, Türkiye’nin ve Erdoğan liderliğinin herkesi kucaklama gayreti elbette tarihi bir insani duruştur. Ama planlarınızı ve hedeflerinizi daha gerçekçi kurgulamak zorundasınızdır. Çünkü biz bu coğrafyanın kurtulmasını istiyorsak, herkese bakacak bir ev kurmamız mümkün değilse, akılcı ve gerçekçi sosyolojik temellere dayanan planlar kurgulamak zorundayız.


Tarihi ve kadim bir sosyolojinin üzerinde oturuyoruz. Bu da Sünni İslam’dır. Bundan vazgeçmenin, bunun dışında kalmaya çalışmanın imkanı yoktur. Türkler tarihleri boyunca bu Sünni İslam’ın liderliğini ve beynini teşkil etmişlerdir. Bu kırılma noktalarındaki kafa karışıklığı bölgeyi iyice kaosa sürüklüyor. Türkiye gerekiyorsa halifeliği bile ilan edebilir, Ortadoğu’nun bütün halkları halifeliğin siyasal gücünü Erdoğan’ın şahsında görmek ister.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund