Ana içeriğe atla

İKRAR VERDİ DESTUR ALDI

“Yol biziz, erkan biziz, devran biziz, dem biziz.”

Canların, erenlerin dergahına bir Türkmen diz çöktü, bir dedenin elini öptü. Yandı çerağı talip oldu ,“gerçekler demine hu”, horasan erenlerinin izinde bir aydın, bir münevver, bir başbakan. Eşikten girdiğinde işte o an, tarihi bir andı. Yüzlerce yıl sonra, bin yıl sonra yeniden…!

Geldi horasan erenlerin postuna oturdu. Talip oldu, kardeşliğe, gönüldaşlığa, yoldaşlığa ve yola talip oldu. Bin yıl önceden olduğu gibi, Anadolu coğrafyasının İslamlaşmasının mimarlarından olan pirlerin, babaların, mürşidi kâmillerin divanlarına durdu.

Türkiye tarihinin uzun bir döneminde horlanan Anadolu İslam’ı, Anadolu dergâhları, tekkeleri, ocakları nihayet gün yüzüne çıkıyor. Türkmen oğuzun ocağı yeniden tütecek, pirlerin çerağı karanlıkları aydınlatmak için yeniden yakıldı. Bir hoca, oğuzun o ak saçlısı gitti ve eşikten içeri adım attı.

Osmanlı döneminin ilk devrelerinde hakim olan horasan pirlerin İslam anlayışı yerini daha başka şeylere bırakmıştır. Bu biraz da Osmanlı üzerinde Anadolu Selçukilerin, Anadolu beylerinin etkisini kaybetmesiyle paralellik arz eder. Bu konuda büyük Türk müteffekiri M.Fuad Köprülü Hoca; Osmanlının uzunca bir zaman Selçukilerin mirasını tükettiğini, o mirasın üzerine oturmasına rağmen o devrin ihmal edildiği, üstü örtüldüğünü vurgular.

Anadolu’nun İslamlaşması hep bu horasan erenlerinin derviş babaların, ocakların, dergâhların katkısıyla gerçekleşmiştir. Tarih boyu hiçbir şey aynı kalamıyor, zamanla bu dergâhlar yozlaştı, kendi kendini tüketti, başlangıçtaki pirlerin, mürşitlerin yolundan saptılar. Büyük bir yozlaşmanın içine düştüler.

Türkiye cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte bu yapılara dönük toptan bir yasak getirildi. Bu yasak Anadolu coğrafyası için hem bir iyilikti, hem de bir kötülüktü, iyilikti çünkü bu yapıların içi boştu, anlamsızlaşmışlardı. Bu yasağın kötü yönü ise yeni bir şey için, yeni yapılar için fırsat vermiyordu.

Osmanlının son birkaç yüzünü kapsayan bir dönemde büyük oranda dini yapıları çürümüştü. İlmi seviye yerlerde, ortada ilim diye dolaşan şeyler şerhler düzeyindeydi, bazı kafasız cahil softaların elinde bir çok dergah, tekke amacından sapmıştı. İlim adamı diye bir takım hocalar, Çıkar peşinde koşanlar, saraya yaranma davasındaydı, bu zevatlar ilim namına hiçbir şey üretmiyordu. Bir taraftan da Anadolu insanının kafasını bidatlarla dolduruyorlar, kafalarına göre uydurdukları bir takım hükümleri “din bu diye” dayatıyorlardı.

Bu tespitlerimin anlaşılması için, ki bu tespitlerime karşı çıkan çok olacaktır, hele yerden bitme, sonradan türedi evladı Osmanlılar hazreti padişahımız çok yaşa diye ortalarda dolaşanlar, cahil cahil karşı çıkmak yerine, zahmet edip özellikle Osmanlının son yüz yılını iyi okusunlar da ne demek istediğimizi anlasınlar.

Anadolu’nun, oğuzun, Türkmen’in oğuzkaan destanından fırlamış dedem korkut dergaha girdi, “Yol biziz, erkan biziz, devran biziz, dem biziz.” Şiarınca ikrar verirdi ve destur aldı.



Bundan sonrası Ali’yi rehber edinenlerin, kapıya gelen bu talibe, uzanan bu ele bir karşılık vermektir. Yol ve erkan bunu gerektirir.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund