Ana içeriğe atla

HAYATINIZ KAÇ METRE KAREDİR


Kentin bir ruhu yoktur, kimliği yoktur.kentte her şey üst üste yığılır. Metre karelere bölünmüş hayatlar, o metre karelerin içinde sıkışmış insan. Bu sıkışlığı kentli hissetmez, çünkü zihninde başka bir özgürlük alanı yoktur. Tek bildiği apartman dairesi olan bir çocuğun, oradan başka bir dünya hayal etmesi elbette imkansız.  Bir apartman dairesinin içerisinde hayal eder, kurgular,sever,aşık olur ve dünyaya açılır.

Bir çok şey kablolarla ilgilidir, kablolarla o metre karelerin içinden dünyaya açılır. Dünyası kablolarla genişler, modern zamanların bir tür kablo hakimiyetine dönüşmüş durumda. İnternet bu kapının en sihirli anahtarını taşıyor. Beton duvarların dışına kablolarla erişir, ötekini kablolar sayesinde fark eder.

Sokağa bir görev için çıkar, bir iş için, para kazanmak ve o sahip olduğu metre karenin içinde huzurla yaşayabilmek için, aidatı,kirası,suyu,elektiriği …faturaları ödemek için, bitmeyen ihtiyaçlarını karşılamak için, kentte ihtiyaçlar sürekli artar.

Sokak çetin bir alan karşılaşmasıdır,bir savaş alanıdır. Öne geçmek,fazla kazanmak,bir başkasını ezmek,imaj yaratmak, kendini iyi pazarlamak. Kentte sokak insanların kendini pazarlamanın en iyi yolunu araması, bunu nakite çevirmesidir. Her şey banka da ya da başka yerlere biriktirilen nakitle ilgilidir, çünkü metre karelere içinde ki hayatının devamı buna bağlıdır.

Dine de inanır,yer yer dindar olur. Küçük evini büyük bir iman kalesiymiş gibi görme eğilimi yüksektir. Orada her şeyi muhafaza ettiğini, bununla “Allahın cennetine kavuşacağına” büyük inanç besler. Ama üst komşusundan, karşıda ki komuşusundan habersizdir. Dindarlığı küçülür, dünyaya ait olmak yerine metre karelerin içine sıkışır kalır.

Kimse kaldırıp kafayı gökyüzüne bakmaz. Betonu,duvarları parçalayıp doğaya, doğanın özgürlüğüne dönmeyi hayal etmez. Çünkü tek bildiği dünya budur. Tek tanıdığı kapı kendi kapısıdır, yalnız oradan eve girebilir. Bütün kapılar,bütün yabancılara kapalıdır.  

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund