Sosyolojik anlamıyla örgüt, ortak amaçları gerçekleştirmek
için bir araya gelmiş insanlardan ve yapılardan oluşan bütünlüğe denir.
Örgütsel yapıyı bir arada tutan temel dinamiklerden biri de amaçlar bütünüdür.
Örgütler yasalar çerçevesinde kurulduğu gibi, yasal olmayan,
devletin dışında da kurulan örgütlerde vardır.
Örgütlerin temel iki meşruiyet kaynağı vardır, birinci
meşruiyet kaynağı tarihi ve sosyal koşullardır, diğer tarafıyla da anayasa ve
yasalardır.
Türkiye’deki cemaatlerin meşruiyet kaynağı yasalar değil,
tarihi ve sosyal koşullardır. Cemaatler bu yüzden bütün İslam tarihi boyunca
varlıklarını korumuşlardır. Farklı isimlerle ve farklı şekillerle devletin
dışında hep var ola gelmiştir.
Devletin dışında var olan bu örgütlenmeler. Çoğu zaman
devlete karşı, devletten doğan tehlikelerden korunmak için bireylerin sığındığı
liman olduğu gibi, zaman zamanda devletlerin korunmasına ve yapılanmasına da
öncülük etmişlerdir.
Osmanlının kuruluşundaki şeyhlerin ve yapıların desteği,
sonrası da askeri teşkilat yapısına hâkim olan Bektaşilik gibi vb tarikatlar bunun
örneklerini teşkil eder. Hasan Sabbah ve
fedaileri ise İslam coğrafyasına tebelleş olmuş başka bir örgütlenme biçimdir.
Cumhuriyetin kuruluşunda ise cemaatlerin varlığı ötelenmiş,
bunun yerine batıcı ve sekuler yapılar güç kazanmıştır. Toplumsal yapı içindeki
bireylerin sığındıkları limanları geliştirmeleri fazla gecikmemiştir. Hem
tarihsel olarak toplumsal yapıda var olan cemaatlerin devamı olarak, hem de
yeni yapılar kurarak bir tür paralel toplumun gelişmesine katkı sunmuşlardır.
Gülen cemaati de bu paralel yapıların nihayetinde en
büyüklerinden birini gerçekleştirmiş bulunmakta. Hem de öyle yayılmıştır ki, sınırlarımızı
aşan bir yapıya dönüşmüştür. Bu yapının bir taraftan herkese temas etme gücü,
bir taraftan yasalara muhalif hiçbir şey yapmaması hem de eğitimdeki başarılı
çalışmaları, insanları kendine çekmiştir.
Genelde yatay örgütlenmiş ve şeffaf bir görüntü sergileyen
cemaat, kimseye ürkünç gelmemekteydi. Oysa bu örgütsel yapının dikeye yapısına
çıkmanın yolu nereden geçiyordu, hangi kurallara bağlıydı, bireyler piramidin
yukarısına çıkarken nasıl eleniyordu? Bu soruların cevabını birçok kişi bilmez,
sosyolojik olarak bizde bilemiyoruz.
Nihayetinde bu güçlü yapı harekete geçti, vaat ettiği
amaçları gerçekleştirmek için, en basit ve en tehlikeli araçlarla var olan
hükümeti düşürmek, yargıyı devletteki istediği konumu elde etmek için
kullanmaya kalktı, zaten Türkiye’deki nihai amaçta buydu. Devleti ele geçir.
Dünyaya sevgi yay! Düyaya ışık yay!
Bu nihai amaç deşifre oldu, büyük oranda ise geri
püskürtülmüş görünüyor. İşte buradaki temel soru ise cemaat bundan sonra ne
yapacak? Amaca ulaşılmadığına göre, ya cemaat dağılacak ya da yeni bir form
kazanarak varlığını sürdürmeye devam edecek.
Hizmet hareketi ya tasfiye olacak, ya da devletin ve
milletin hizmetine girecek, bütün dünyada Türkiye’nin çıkarlarına hizmet
edecek.
Bundan başka bir seçenek de mümkün görünmüyor.
Yorumlar
Yorum Gönder