Ana içeriğe atla

İMİTASYON "kopyala yapıştır bilgiçliği"


17 Mayıs 2011, 23:49


Bay ka’nın derin bilincine yansıyan şey, kitlenin eline geçirdiği bu yüce güç (internet) sayesinde bütün bilgiçliğiyle kes yapıştır kopyala biçimiyle sergilenen en bilgece görüntüleri sergilemek ya da başka bir biçim olarak görsel videolar, komikliğin gerçekleşmesi için meydana gelen bir takım yaşamsal tuhaflıklar veya yapay olarak yaratılmış görüntülerin paylaşmasıyla meydana gelen davranışların sonunda bütün bu kişilerin kendilerini ifade etme biçimi meydana çıkıyor. Bu durumda bay ka açısından kaçınılmaz soru şudur. Bu sergilenen, paylaşılan şeyler, her şekilde başkasına aitliğin “anonimleşmesi” sonuncunda hiçbir hak ödemesi gerçekleşmeden sahiplenme ve bu sanki kendi üretimleriymiş gibi kalabalıkların gözünde, beğenildi, tıklatıldı gibi ölçütlerin sağladığı kişisel rahatlamalar elde etmek ve bir nebzede işte orada bende varım gibi bir durumun yarattığı hafiflik bir tür varoluş sergilemedir.

Varoluşu sergilemek neden gereklidir, yani insanın kendini göstermenin her yolunu denemesi neden gereklidir ki, neden bunu yapar? İşte bay ka bu soruların peşinde,  çünkü “ortaya dökülmüş” bu insan biçimlerini anlamlandırmanın peşinde, çünkü bay ka’ya göre bu yeni bir dünya, insanın kendinin gerçekleştirmesinin en yeni biçimidir. Burada bu yüzden üzerine düşünülmesi ve anlamlandırılması gereken, ayrıca belli bir kavramsal dizgenin gerekliliği de yadsınamaz.

Bay ka başka bir açından ortaya atacağı bakış açısı da ya bir gün üreten kimse kalmazsa, herkesin bu mause’nin ucunda gerçekleşen paylaşımlar mümkün olmaz mı? Elbette “insan” kavramının kendi içleminde taşıdığı özgülükleri gereği bunun olanaksız olduğunu görüyor bay ka, çünkü eğer son bir insan bile varsa üretecek yeni şeyler keşfedecek en azından bu merakını ihtiyaçlarını gidermek için mücadele ederken yeninden yeniden deneyecek ve üretecektir.

Bay ka burada başka bir şeye işaret ediyor mesele üretmek değil, üretilen şeyin böyle yatay bir düzlemde ve herkesin kendine mal ederek ortaya koymasının nasıl bir davranış formu olduğunu anlamaya çabalıyor, çünkü bu davranışı güdüleyen şeyin tamda insanın doğrudan doğasıyla ilgili olduğunu ve bu sebeple araştırmaya değer bir durum olduğunu görüyor.

Bay ka’ya göre bir tür hırsızlık bu, gidip birinin kapısından, ya da evinden bir şey çalsanız devleti toplumu herkes büyük bir yaptırım arayışına girer ve cezaların her türü havada uçar. Ama burada olan şey tamda bu değil midir? Hangi şairin malını gasbediyoruz, hangi yazarın hakkını çalıyoruz, evet galiba paylaşılan şeyin doğrudan somut bir nesne olmamasından dolayı bütün bu serbestlik gerçekleşiyor. Ya da bilgi insanlığın ortak malı gibi sıradan bir sözü savunma kılmak gerekir. Bay ka’ya göre bilgi insanlığın ortak malı değildir. Sadece büyük büyük mücadelelerle birilerinin ürettiği ve bütün kitlelerin kayıtsızca bunları tüketmesidir. Yani sıradan halk tüketir, üretmez, çünkü onun ödevi budur. Bu yüzdenden de bay ka’ya da bu izlenimler kalır. 

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund