Ana içeriğe atla

HİKÂYE ANLATMA

“Nabi Avcı hoca buyurmuş ki  Einstein olun, ama hoca bil ki hiç birimiz anyştayın değiliz, hepimiz yüreklerimizde birer Bektaşiyiz, birer Yeseviyiz, özümüzde Dadaloğlu, Pir Sultanız, belki bir gün sizde hangi coğrafyada yaşadığınızı fark edersiniz, hangi coğrafyanın çocuklarıyla muhatap olduğunuzu anlarsınız”

“Felsefe grubu öğretmenlerinin atama çilesi üzerine..”

İnsanın kendiyle ilgili yazması ne zordur bilemezsiniz. Hakkınız yenmişse, öfkeliyseniz, susarsınız ve her şeyi içinize atarsınız. Anlatmak istersiniz ama anlatamazsınız. Ama yine de her şeye rağmen zamana, tarihe bu notu düşmek istiyorum.

Devletten bir şey isteme konusunda biraz mahcubuzdur. Biz biliriz ki devletten istenmez, devlet ancak alır,devlet talep eder, o bizim amirimizidir. Böyle büyütüldük.

Jandarmaları gördüğümüzde korkarak evlere kaçan çocuklardandık. Öğretmen gördüğümüzde yolumuzu değiştirir, bir köşeye saklanırdık. Çocukken devlet dediğimizde iki şey bilirdik, biri jandarma öteki öğretmendi, ikisi de bizi sopalardı. Babalarımızı jandarma sopalardı, bizi öğretmenler sopalardı.

Devleti sopalayan, ezen, dipçikleyen, tokat atan şey zannederdik. Bu yüzdende devleti çoğu zaman uzak durulması gereken bir şey gibi algıladık.

Bir devlet dairesine girdiğimizde kasketimizi elimize alır, esas duruşa geçerdik. Devlet hem amirimizdi, hem de korkunç bir şey gibiydi. Biz ise sadece tebaa idik.

Tebaalıktan bir yere yükseldik mi hala bilemiyorum. İktidarı dinleyecek olursanız, biz acayip bir şey olduk. Lafta çok önemli, çok acayip bir halkız yani, pek esamemiz okunmasa da…Gerçi arada bizi meydanlara toplayıp oy istiyorlar, sonra biz hep acayip önemli bir halkın çocukları olarak ortada bırakılıyoruz.

İktidarın daima halktan daha önemli vatandaşları var, her iktidarın ayrıcalıklı sınıfları, şemsiyesi altına aldığı zümreleri var. Hikâye her zaman böyle devam eder. Ama arada bize güzel hikâyeler de anlattılar, biz halkı yere göğe sığdıramadılar.

Bizim olanı ne zaman talep ettik, o vakit bizi bozguncu, fitneci diye ilan ettiler, aman sus şimdi zamanı değil dediler, hele bir vatandaşları zengin edelim size sıra gelir teraneleriyle biz durmadan sıranın vatandaşlardan halka geleceğini umut ederek bekleyip durduk.

Devlet sopalamıyordu, ama bu seferde “oy versek bile, iktidarın vatandaşlarından değilsen” görmezden geliyor, söylediğimiz hiçbir şeyi işitmiyordu.

Onlarca defa sorunlarımızı ilettik, onlarca kez yazdık söyledik. Boşlukta kendi kendimize bağırır duruma düştük. Milli Eğitim Müsteşarı Yusuf Tekin adında bir zat çıkıp felsefe grubu öğretmenlerinin sesini duyduk, deyip de ardından felsefe grubuna ayrılan kontenjanın 160 kişi olduğunu görünce, insan hayret ediyor, insan olmak neymiş biliyor.


Milli eğitim bakanı da çıkıp diyor ki,  Einstein da atanamamıştı. Galiba devlet hala bildiğimiz devlet, bunca gencin sorununu algılamaktan acizse, bunca gencin çığlığına kulaklarını tıkamışsa, bana hala devlet insan odaklıdır hikâyesini anlatmayın. 

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund