Coğrafya öylesine karanlık, öylesine kanlı, öylesine
karmakarışık ki neyin doğru, neyin yanlış olduğu iyice birbirine girmiş
durumda. Herkes bir açıdan haklı görünüyor, herkesin haklı olduğu bir ortamda
çatışma kaçınılmazdır.
Türkiye de bile o kadar haklı taraf var ki o yüzden bir
türlü ortak bir noktada buluşamıyoruz. Herkes kendi doğrusunu başkasına dayatma
peşinde bu da kaçınılmaz olarak çatışmayı beraberinde getiriyor. İş o kadar
trajik bir boyutta ki, bir muhalefet partisi lideri olan kişi ülkenin bir kısım
gençlerini savaşa davet ediyordu. Aynı adamın başka meseleler için kendi
tarafında gördüğü gençleri savaşa davet etmeyeceğinden nasıl emin olabiliriz.
İzandan, insaftan yoksun bu kafa yapısıyla barışın mümkün olup olmayacağı
meselesi de ayrı bir konu.
Türk milliyetçileri bile Irak’taki, Suriye’deki Türkmenler
konusunda bu kadar ileri gitmiş değil, bunun adı başka bir şeydir.
Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakan sınırlarının dibinde bir
felaket yaşanıyor. Hem insani kriz hem coğrafi bir kriz var. Biz güvenli ve
umut veren bir ada olarak insanlara kapılarımızı açıyoruz.
Ülkenin kapısı herkese açık, ama bu açık kapıdan Türkiye’ye
her türlü düşmanlığı yapanlarda giriyor, gönül kapısından girip, ortalığı
yıkıyorlar. Oysa Türk milleti, devleti eski düşmanlıkları bir kenara bırakıyor,
vicdani, insani ve tarihi bir sorumluluk olarak kimlikleri bile olmayan
Suriyeli Kürtlere sahip çıkıyor.
Bir avuç faşist ise Mehmetçiğe acımasızca taş yağdırıyordu.
Ajanslarda gördüğümüz o taş yağmurunun izahı neyle mümkün olabilir, hele de
belediye başkanı bir hanımın kullandığı o cümleler de neyin nesi; başkanın
söylediği; senin devletin demek, ne demek. Hanımefendi belediye başkanı değil
de sanki bir militan gibi davranıyor.
Bir taraftan da çıkmışlar hiç utanmadan pkk’ya silah verin,
pyd bölgesini koruyun propagandası yapıyorlar. Oysa onlar genç Mehmetçikleri
şehit ederken gözlerini bile kırpmıyorlardı. Mehmetçiği taşlarken ne vicdanları
sızlıyor, ne de gözlerini kırpıyorlar. O taşlar sadece askerin kafasına inmiyor,o
taşlarla Türkiye’nin vicdanı ve aklı taşlanıyor.
Dibimizde düşman çok, içimizde düşman çok, düşmanlardan
düşman beğen, rojava ve pkk kantonu, esed ve işid… düşman olarak sınırımızda
hangisini görmek istiyoruz, seç beğen al. Batı ise ısrarlar bunlardan birini seç
diye Türkiye’yi sıkıştırıyor. Türkiye ise üzerine düşen tarihi sorumlulukla,
bütün düşmanlarına karşı aynı mesafede duruyor. Sadece kapısını ve gönlünü
açıyor, insanlara yardım eli uzatıyor.
Bu barış adasına, yani Türkiye coğrafyasına gözümüz gibi
bakmalıyız, bu çatıda yıkılırsa mazlumlar ne yapar, yetimler nerede kalır. Bu
ülkenin düşmanı o kadar çok ki…, o taksime çıkanlar, sokaklara Molotof atanlar,
tam da bu yetimlerin ve mazlumların evini yıkmak istiyorlar.
Yıkmak istedikleri aslında insanlığın kalesidir, insanlığın
vicdanıdır, umulur ki bundan ders çıkarırlar, umulur ki bir gün bu çatının
anlamını kavrarlar, meselenin sadece siyasi olmadığını, her şeyin ideolojiden
ibaret olmadığı o faşist kafalarda bir gün anlarlar.
Yorumlar
Yorum Gönder