Ana içeriğe atla

Hiçlik Çağı

Tarih yeni bir eşiğe doru ilerliyor. Karanlık ve ürkütücü bir dünyaya doğru, zaman kıyameti çağırıyor ya da yeni bir kurtarıcı çağına doğru ilerliyor, 

Paradigmanın Çöküşü
Tarihin paradigması değişiyor, her şey kökten sarsılıyor. Bu sarsıntı dünya tarihi açısından yeni bir kırılmayı işaret ediyor. Bu kırılma her şeyi tahtından ediyor. İnsanlığın binlerce yıldır biriktirdiği ne varsa  bir bir yıkılıyor, insanlık mirasının mezarı kazılıyor.  

Bu paradigma savrulmasının yerini neyin alacağı sorunu ise ciddi soru işaretleri taşıyor. Zihinlerimiz bir açmaza girmiş durumda, dünyayı seyredecek, yorumlayacak, algılayacak bir penceremiz kalmıyor. Baktığımız da ise büyük oranda görece bir şeyler var, hakikat kayıp. Son kırılma toplumların kendi içlerinden doğuyor, toplumların kendi iç savaşlarından doğuyor, bunu kendi kapımızda, coğrafyamızda izliyoruz. Hem de canlı yayınlarla izliyoruz.

Ortadoğu kan revan, büyük bir kaosun ve çıkmazın içindi. Batı ise ahlaki, ekonomik ve siyasi krizleri kapısında bulmuş durumda.

Arap baharının ardında da internetin icat ettiği sanal bir duygu seli vardı. Bu yüzden yaşamakta zorlanıyor, tarihi kavramlarla konuşup da, günlük duygularla hareket etme çelişkisi insana dair bütün belirlemeleri de yıkıyor….Günlük yaşam içerisinde yaşadıklarıyla, düşündükleriyle, kendi inandıkları şeyler arasındaki orantısızlık insanı bir çelişkiler yumağı haline getiriyor. Böylece işin boyutu kişilik simülasyonuna, devrim simülasyonuna kaymaya başlıyor. Gezi parkında, sol bir devrim simülasyonuydu. İmaj oluştururken tarihi kavramları bile kendi varlığı için bir simülasyon unsuru olarak kullanıyor, ama gerçekte varlığına ilişkin herhangi bir belirlemesi yok, akıllı telefonuyla, 24 saat oyalanıyor, zamanın geçmesini sağlıyor.

Akıllı telefonların neresine muhafazakârlığı, ideolojiyi yerleştireceğiz, dindarlık bir yaşam biçimi olarak, sadece odaların ve evlerin içine mi sıkışıyor. Hayatın hiçbir yerinde kendini göstermeyen dini pratiklerle, söylemlerde var olan ideal kavramlar nasıl buluşacak?

İmaj olarak dindarlık hiçbir şey vaat etmiyor. Evet, geçici kar sağlıyor olabilir, belirli bir rahatlama, ekonomik kazanımlar sağlıyor olabilir. Ama nihayetinde hepsi maddi dünyaya ilişkin, ekonomik kazanımlara ilişkindir. Burada temel bir soru zaten karşımıza çıkıyor, hakikat mi imaj mı? Hangisi karlıysa o geçerli oluyor. Hakikat zordur, imaj kolaydır. İnsanın kendini kendi kılması zordur, ama öyleymiş gibi yapması kolaydır, tamamen akla dayalı, hiçbir derinlikli bir hikmete gerek olmayan, sadece öyle görünerek var olmak basittir. Nihayetinde görüntünün, imajın zaferi kalıyor geriye.

Toplumsallığın Sonu
Siyasal söylemde var olan toplumsal öğreti, bütünleyici sloganlar aslında pek bir şey ifade etmiyor, siyasetin etrafına toplaşan kalabalıkların ne kadar bireysel duygular içinde olduğunu, küçük gözlemlerle bile görebilirsiniz, benim belirlemem ise kamusallığın, ya da daha açık ifadeyle toplumsallığın sonun geldiğidir.

Dikkatlice ve yakından baktığınızda bir şey göreceksiniz, o da kamusallığı, toplumsallığın son buluyor olmasıdır. Siyasetin eski kavramlarla yapılamayacağı gerçeği de ortaya çıktı, ideolojik kalıplarla değil, bir tür anlık duygu selleriyle ortaya çıkan yeni bir eylemsellik biçimidir.

İnternetin varlığı tarihin paradigmasını değiştiriyor. İnternet doğası gereği anonim, mahremden yoksun ve klasik anlamıyla insaniliğin, vicdanın ve sahiciliğin çok zor olarak var olduğu bir yerdir. Buradan bakınca birey hayatının mahremiyetinin de bittiğine işaret ediyor. Dinleme skandalları, hackerların varlığı, başkasının sizi izleme olanakları ve bütün bunların varlığı gizlilik ve mahrem duygusunu yok ediyor.

Oysa mahremiyet insanın kendini koruyabildiği tek korunaklı alanıydı, şimdi o da insanın elinden alınıyor. Bunun ne anlama geldiğini on yıl içinde büyük sorunlarla birlikte yaşayacağız. Bütün verilerimizin kablolarla, harddisklere depolanması, her bireyde var olan kayıt cihazları, görüntü cihazları, akıllı telefonlar, bütün bunlar artık insanın makineye teslimiyetine işaret ediyor.

Duygularımızın yerini cihazlar alıyor. Cihazlar aslında bir tür rehabilite etme özelliğine de sahip, örneğin “oyun terapisini” gündeme getiren bir durum var. Kentleşerek içine kadar çekilen insan, yeniden cihazlar aracılığıyla dünyaya katılıyor. Ama sahiciliği olmayan, mahremiyeti olmayan, herkesin her şeyi izlediği bir dünya, herkesin sahip olduğu cihazlar cihazları “big brother”’e hizmet ediyor.

Bütün bunlar o kablolarla birbirine bağlı insanlar arasında gerçekleşirken, insanın hayatından bir şeyler eksiliyor, çünkü insanın hayatına giren her yeni durumun bir bedeli oluyor, eksilttiği, çaldığı bir şeyler oluyor.

Ruhlarımızın dinmeyen ıstırabını, daha çok twitter kullanarak, daha çok facebook kullanarak, daha çok oyun oynayarak zamanın hızlıca sıkıntılarımızı almasını bekliyoruz. Tıpkı uyumak gibi, tıpkı ölmek gibi, sonsuza kadar ıstıraplarımızdan, buhranlarımızdan kurtulmak istiyoruz.


Yorumlar

  1. Merhabalar,
    Geçerken uğradım ve oradan buradan bi kaç göz gezdirdim kendimce gibi ve bi selam vermeden, yani uğrayıp bi bakışımı haber vermeden ki ayrıca da esenlik/esinlik dilemeden de geçmek gitmek istemedim, Az yazımda altta yorum alanı açık ve bu yazımın başlığı ve nispetende içeriğ ilgi çekici yine ve ondan buraya yazıverdim,;
    google "Ruhun arzusu" aramasında ilerleyen sayfalardan birinde keşiştik, Bilgelik Yolu çekici bi isim ve bi baktım blogunuza kendimce ne var ne yok, Neden bilgelik yolu bilmiyorum ama belki gerçek kayıp, belki kendimizden sakladık, Belki bi hiçlik çağı, Belki karanlığa giden bi dünya ama belki de aydınlığa da giden başka bi dünya ya da dünyalar, kimbilir; hangisine bindik kimbilir;
    Kayıplar bulunur mu bilmiyorum ama arayan bi şeyler bulur derler ve yolcu yolunda gerek , yol bi yerlere varır da derler galiba, bunun gibi şeyler;
    Esen kalın;

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund