Ana içeriğe atla

Çağdaş Üfürükçüler

Hürriyeti gerçeğe uyandırmak çok zor. Öyle derin hülyalara dalmış ki, güneşinin battığını göremiyor.
Amiral gemisinde olmak kolay değil tabi. Şarap, Mozart ve sözcüklerin büyülü dünyası.
Hala eski Türkiye’nin nakaratları geminin güvertesinde.
Her şey dâhil olunca, herkes oraya toplanmış.
Böyle olunca “hakikate” uyanmaları da elbette zor olur.
Bugün durumları aslında Aydınlıktan, Sözcüden, Yurttan öteye geçemez.
Az bir solukları varsa da, o da kaliteli şarap içen, kafaları kıyak yazarlarının üfürükleri sayesindedir.

Hepsi üfürükçü gibi, hala büyü yapabileceklerini sanıyorlar.
İşlerinin eskiden olduğu gibi devam ettiği yanılgısındalar.
Bu da gerçekte olanla, zihnin alışmış olduğu hayat arasında bağ kuramamalarından kaynaklanmaktadır.
Matrix de gibiler. Kemalist, laik ve çağdaş insanlar dünyasında.
Öyle alışmışlar ki, söyledikleri her şeyi “manşet” sanıyorlar. Hükümet düşürmeler, bakan ayarlamalar, siyasete yön veren edaları. Ayar verme havaları. Had bildirmeler.
Hey uyanın artık, Türkiye değişti.
Demokrasi sizin de kapınıza dayandı.

Hürriyetin yazarları nişantaşından toplumu ve devleti dizayn etme fikrini baya benimsemiş görünüyorlar. Kaliteli şaraplar, püfür püfür esen lodosun keyfi. Ertuğrul’dan “gramofan hala bizim şarkımızı çalıyor” havaları. Ve Ahmet’ten “güzel günler göreceğiz çocuklar” salvoları.
“Gariz küfürleri” yazarlık sanan zavallı yozdil ağlamaklı, “bakın başörtülü var sokakta” nidaları. Oh mis gibi “eylemsellik” ve oradan çığlık çığlığa “ on yılda on beş milyon genç yarattık” makamında marşlarıyla, ruhlarına dingin bir huzur katıyorlar.

Neden zamanın değiştiğine inanmazlar.
Bunlara bir Nasreddin Hoca fıkrası anlatmalı.
Kazan doğurdu, göl maya tuttu baylar.
Balık kavak ağacına çıktı. Siz hale neyi terennüm ediyorsunuz, Mozart’tan. Zartan zurttan sözleri bilgece söylerken neyin keyfini yaşıyorsunuz.
Etrafınız da hala eski Türkiye’nin hayaletleri mi dolaşıyor.
Üç “Elham” okuyun vesveseleriniz geçer.

Hürriyet tencere tava dağıtmalı, Atatürk logolu.
Beraberinde birde “çömçe” vermeli, hem “halk” daha ritmik tempo tutar.
Koro şimdiden hazır. Pek bir “megaloman” topluluklar bunlar.
Şef Ertuğrul, klarnet de Ahmet,
Zoornacı da Yozdil olsun.
Mozarttan bir şeyler çalarlar,
Nişantaşı sokakları inim inim inler. Direnişle. Belki gezinin ruhu yeniden dirilir de, hükümet düşer, siz de çakır keyif olursunuz.


-Şarabınızı ne marka istersiniz?
-Buyurun, buradan yakın.


Yorumlar

GEÇEN YIL

CAHİLLER VE MUTLULAR

Cehaletin kör karanlığında her türlü suç işlenebilir. İnsanın saklanabildiği tek yer işte o karanlığıdır, bu yüzden bütün toplumun damarlarında, kötülük akıyor, en iyi en dindar en bilmem nesin de bile kör karanlığında kötülükle yaşayan kimseleri var. Oysa karanlığın düşmanı aydınlıktır, yani bilgidir, bilinçtir.  Bilinç isyandır, korkudur, ama kötülük demek değildir. İnsan en büyük kötülüğü iyilikle aramızda dolaşan melek yüzlü cahillerden görür. Çünkü kendisini yalnız onda görebilir, kendisini yalnız ona yöneltebilir, belki de herkesin işine böyle geliyordur. Bilmek, okumak ya da öğrenmek gibi şeyler neden gerekli olsun ki, ne ihtiyacını görür ki nasılsa kutsal saydığı hocaları çalışmadan zengin olur, kutsal saydığı bir takım kimseler toplumun en önde gidenidir. Okumadan, kültürlü olmadan ve zengin; kendiside öyle olmalıdır. Çocuğu da oğlu da kızı da öyle olmalıdır…çocuklarını böyle yetiştirir. 

TIKANDI BABA HİKAYESİ

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. "Tıkandı Baba, çay getir!.." "Tıkandı Baba, kahve getir!.." Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. – Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı Baba meselesi? – Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı Baba.   – Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.   Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya; Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi...

sözde

edebiyat camiası hikaye seviyor, şiir seviyor ama düşünmeyi sevmiyor. düşüncenin ifade edilmesini sevmiyor. süslü kelimeleri alkışlıyor. ama anlamlı kelimeleri kovalıyor. edebiyat camiası bu, sözde aydın dünya. her şey sözde değil mi bu toplumda.