Ana içeriğe atla

Panoramik Türkiye Fotoğrafı

Türkiye’nin fotoğrafını çekmek mümkün mü? Gezi de çekilen bir fotoğraf vardı, işte Türkiye’nin fotoğrafı diye medyamız pek manidar kullandı fotoğrafı.

Bazı siyasal kesimlerde belli fotoğraflar paylaşıyor, işte Türkiye’nin fotoğrafı. Oysa hiçbir kare Türkiye’yi tam yansıtmıyor. Tek karelik fotoğraflara, sadece gerçeğin bir kısmı yansıtır, gerçeğin tamamını asla yansıtmaz. Çünkü o kadar büyük bir medeniyeti ve ülkeyi tek bir kare sığdıramazsınız.

Gerçeği tek karelik algılamak, hakikate at gözlüğüyle bakmaktan başka bir anlamı yoktur. Oysa gerçek daima çok boyutludur. Sosyal olaylarda, siyaset de ve dahi insan da çok boyutludur. Bu yüzden tek karelik pozlar hep Nasreddin Hoca’nın sen de “haklısın”la biten fıkrasını anımsatır. Yani hakikat ortaya çıkmaz, herkes hakikatin bir ucundan tutar ama tarif edilen fil olmaz.

Türkiye bütün tarafların bir ucundan tutuğu ama bir türlü tarif edemedikleri o fil’i anımsatır işte. Benim fili tarif edecek bir yetkinliğim yok elbet de, öyle bir iddia da bulunmakta baya “bizi aşar”, ama en azından daha geniş bir hoşgörüyle bir panoramik Türkiye fotoğrafıyla yansıtabilirim,belki file daha çok benzer.

Önde büyük bir kalabalık Sünni, Muhafazakâr, istikrardan yana tavır alan, fotoğrafın düzgün olması için ellerinden gelen her şeyi yapan büyük bir kitle. Türkiye fotoğrafının ana omurgası bunlar, batıdan doğuya, güneyden kuzeye kadar büyük bir sesiz çoğunluk. İşler yolunda gittiği sürece siyasete doğrudan katılmıyorlar, ama ne zaman işler bozulursa, başbakan Ecevit’in kafasına yazarkasa fırlatabilir.

Binlerce yıldır bir arada yaşamayı başarmış büyük bir kitle. Yunusları büyüten, Mevlanaları büyüten, Nursileri büyüten işte bu kitledir

Bir köşe de ise Kemalist Kürtçüler kendi sınırlarını çizmeye uğraşıyor, aman bozmayın çizgileri diye de elinde silah durmadan tehdit ediyor, ötekilerini kendi topluluklarından uzaklaştırmak istiyor, yetmiyor daha başka şehirlerde de küçük alanlar belirliyor, bak biz buralarda da varız diye, saf ırkız noktasına epeyce yaklaşmış görünüyor Kemalist Kürtçüler.

Hep mağdurlar, hep mazlumlar ve ne yaparsa yapsın devlet bir türlü bu mağduriyetlerini gideremiyor. Kürt kongresi bildirgesinde “devlet pozitif ayrımcılık” yapsın diye de eklemeyi ihmal etmiyorlar

Her türlü Kürtçülüğü yap, ama yine de milliyetçi sayılma. Fotoğrafın epeyce yekunu bu yüzden yanmış çıkabilir, bir keleş,bir gerilla ve biraz dağ havası yansıyor fotoğrafa.
  
Aleviler ise orada bir yerde duruyor, hayır biz sizinle aynı camiye gitmeyiz, sizi gidi “yezidler” diyerek, bizi ta Emevilere kadar götürüyor. Arada kendilerine ait binalar kuruyorlar, oralarda cem ediyorlar, fotoğrafın gayrısı olma çabasındalar.

Bunları arkadan öne doğru itmeye çabalayan gayri Müslimleri unutmamak lazım elbette fotoğrafın çekilmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar, zaman zaman Kürtçülerin içinde, zaman zamanda Alevilerin içinde arzı endam ediyorlar.

Taraftarlar var mesele bütün renkleriyle, ama bütün o renkliliğin içinde “canım sana feda x takımı”, “ölümüne y takımlıyız”, “sen bizim her şeyimizsin” gibi sadece savaş meydanlarında kullanılabilecek bir dili hayatın her alanında yaşatıyorlar.

Burada sayamayacağımız çeşitlilikler, topluluklar, inançlar var. Yani insanın olduğu her yer rengârenktir. Aynı safta duran insanların duyguları, fikirleri aynı mı ki, Türkiye fotoğrafı da tek renk olsun, ama öyle ki siyaset güden, taraftar olan yoz kafalar kendinden olmayanı ötekileştirerek, makarnacı, kömürcü diye aşağılayarak kendilerince daha farklı bir fotoğrafın içinde olduklarını sanıyorlar.

Oysa hepimiz panoramik bir fotoğrafın içindeyiz, etrafınıza bakın, siz ne kadar iyi iseniz, başkaları da o kadar iyi. Sizin ahlakınız neyse ötekinin de ahlakı odur. Sizin aklınız, adalet duygunuz ne kadarsa, başkalarınınki de o kadar işte.

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund