Ana içeriğe atla

küçük hikayeler

Gerçek çoğu zaman yalındır, karmaşanın içinde bütün hakikatler kaybolup gider. siyasal tartışmalar, taraflı algılar yaşamın pratiklerini ifade etmez. herkes zihninde ki dünyanın süvarisi, savunucusudur. yani herkese buyur ettiğin şey, kafanın içinde ki kendi doğrularından başka bir şey değildir, ama yaşamın hakikisi sokakta, etrafta akar gider.

Kısa ve yalın yazılmış insan öyküleri.

Dersanedeyim, bir genç geldi, yirmili yaşlarda.
Uzun zaman olmuş liseyi bitireli. İnşaatlarda çalışmış  ama içinde hep bir okuma aşkı. Dinmemiş bu arzusu, üniversiteye gitmek istiyor. İnşaatta kazandığı para ile sobalı bir ev tutmuş kardeşiyle birlikte orada kalıyorlar. İki kardeş, iki umut, iki insan hikayesi.

Bir gün evlerine misafir de oldum. Dersanede en gayretli öğrencilermizden biri oldu. Sıfırdan başlayıp epeyce yol aldı. Ve sonunda o azmi sayesinde Uludağ üniversitesi işletmeye girdi.
Amerikada okuyan insanlar için bu hikaye bir anlam ifade etmeye bilir. Ama bu sivasımızın bir evladıydı. Anadolunun herhangi bir şehrinde olduğu gibi. Her hangi bir köşesinde yaşanan onlarca hikayeden sadece bir tanesi.

Anadoluyu bilmeyen bilmez, onun ruhunu görenler görebilir. Yunusu okusan ne fayda, mevlanayı okusan ne fayda o ruhu içine çekmedikten sonra ne fayda!

Başka öğrencilerimin evlerine de gittim, yerde birkaç minder, birkaç parça eşya, bir soba ve toprağın içine gömülmüş tek göz bir oda. Orada üniversite kazanmak isteyen dört genç bir oda da. Siz hiç böyle paylaştınız mı hayatı? Dersaneye giden bu çocuklar, okumak için bu şartlara katlanıyorlardı. Gönülleri zengin, sofraları fakir çocuklar bunlar.

Ben o sofralara oturdum. Siz hiç o sofralara oturdunuz mu efendiler.

Bir ağrılı da tanıdım, İstanbul üniversitesi hukuka giden.Mesela bir Yörük tanıdım Akdeniz’in göçer Yörüklerinden, küçük bir ücret karşılığı dersaneden üniversiteye giden. O ücreti de bir hayırsever vatandaş karşılıyordu. Bu hikayeler çok uzaklarda değil, hemen yanı başlarınızda yaşanıyor, ama siz kafanızı çevirip o tarafa bakmadığınız için fark etmiyorsunuz bu insanları.
Ama oradalar, ellerinden geleni yapıyorlar.

Mesela siz Ardahandaki çocukların nasıl okuduğunu biliyor musunuz? Rizedekilerin, toroslarda ki Yörüklerin, hakkarinin çocuklarının ne şartlarda o üniversitelerin kapısından içeri girdiğini biliyor musunuz?



Yorumlar

  1. Sadece okulda okuyarak üniversite kazanan pek çok öğrenci sayabiliriz. O liste buradan köye yol olur. Anlatımınıza bakan, dershanelerin bütün fakir öğrencileri, garibanları bilaücret okuttuğunu düşünecek. Öyle bir şey yok. Bu arada, dershanelerin "Ben kapattım, oldu." mantığıyla hem de bir çırpıda kapatılmasına da karşıyım; serbest piyasanın şartlarına müdahale sayılabilecek bir durum oluşturduğu için. Fakat, dershaneler hiç olmasaydı, ancak okullar vazgeçilmez kurumlar olsaydı keşke.

    YanıtlaSil
  2. Sanmayın ki dersanelere bu çocuklar burslu gitti, dersaneler çok az öğrenciye burs verir. Bu saydığım çocukların hepsi, alın terleriyle paralarını kazanan ve o parayla hizmeti satın alan insanlardı.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund