Ana içeriğe atla

Kardeşlik Simülasyonu





“Buradaki her şey bir simülasyondur.”

Toplumsal dönüşümler basit eylemlerle gerçeklemez, uzun bir çabayı gerektirir. Türkiye de İslamcılığında da böyle bir çabası her zaman mevcut idi. Ama son on yıllık iktidar hali bu süreci sekteye uğratmış olabilir.

İktidar suçludur argümanından yola çıkmıyorum. Kimseyi de bu konuda suçlamıyorum. Doğal olan bir şey var ki, sahip olduğun şey zamanla sana sahip oluyor. Yabancılaşıyorsun, başkalaşıyorsun ve unutuyorsun geçmişi. Çünkü insan doğası gereği unutkandır, insan çıkarları gereği ise unutkanlaşır.

İnsanlar dönüşüm ve değişim arzularını bırakıp kendilerini toplumdan soyutladılar. Kendilerine korunaklı siteler kurmaya başladılar. İktidardan elde edilen kazançla korunaklı siteler kurdular. O sitelere ben hiç girmedim, sanırım güvenlik duvarları da aşılamaz. Her sitenin bir güvenlik duvarı vardır. Güvenlikçileri vardır. Sitelerde insanlar nasıl yaşarlar bilmem. Çünkü ben sadece köyü bilirim, mahalleyi bilirim.  Bazen de bir sosyolog güdüsüyle merak da etmiyor da değilim hani.

2000 yılı öncesini iyi biliyorum herkes sokaklardaydı, bir arada ve topluma temas ediyorlardı. Büyük bir mücadele azmi ve kararlılığı vardı. Erbakan hoca’nın önderliğinde siyasal süreç işliyor, cemaatler, örgütler ise sokaklarda gençlere ulaşıyorlardı Onların kalplerine dokunuyor, yollarını açıyorlardı. Twitter daha icat edilmemiş idi. İnsanlar bir birlerine dokunabilecek kadar yakındılar. Bu insani yakınlık, pek insancaydı. Kadimdi, bir geleneğe dayanıyordu.

Bu yakınlık zamanla kayboldu, “o güzel insanlar nereye gittiler” sorusunu elbette sıklıkla soruyorum. Eskiden etrafımız da gördüğümüz kardeşlerimiz hangi ara kayboldular. Şimdi nerede ne yapıyorlar.

Sokaklar boş, sokaklar başkalarına emanet. Bu yüzden şimdi başımıza gelen şeylere üzülmemeliyiz. Çünkü sonuçlar kendiliğinden doğmaz, sonuçlar süreçlerin ve seçimlerin eseridir. Gençlerin ellerine pahalı araçları, oyuncakları verip orada bıraktık, bunun sonucu olarak da karşımıza yeni bir kuşak çıktı. Bu kuşağın ne anlama geldiğin zaten herkes görüyor.


****
Yargılama.
Propaganda yapma; içten bir selam ver ve nasılsın diye sor.




Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund