Ana içeriğe atla

Sosyal Yapımız ve İstanbul Beyzadeleri

“Anadolu’daki Türkler ve Kürtler Hem gericiydiler, hem çirkindiler, hem de kötü giyimliydiler.”

Dönemin Ankara’sı, İstanbul’un okumuşlarının taşındığı yerdi. Herkes birbirini tanıyordu. Benzer okullar okumuşlar, batı “değerleri”yle pişmiş kişilerdi. Anadolu ise yılların savaş yorgunu, bir varoluş ve yok oluş mücadelesi içine geçirmişti. Alilerin, Ahmetlerin, Mehmetlerin hangi cephelerde öldüğü bile bilinmiyordu.

Giden gelir miydi, giden gelmiyordu zaten.

Anadolu insanı ise, karasabanla topraktan ekmeğini çıkarıyor. Birkaç inek ve koyunla yaşamını sürdürüyordu. Göç hareketleri oluyor Balkanlardan akın akın insan geliyor, doğudan batıdan her yerden göç geliyordu. Anadolu herkese kapısını açmıştı, toprak tüm göçerlere yeterdi.

Anadolu bir imparatorluğun arta kalanıydı. İmparatorluk çökerken geride bir enkaz bırakmıştı. İstanbul’un okumuşları Anadolu’yu yeniden biçimlendiriyordu. “köylü milletin efendisiydi”, “din geri bırakmıştı”, “medreseler, tekkeler yasaklanıyor”, çağdaş medeniyete doğru yola çıkılıyordu.

Çağdaş medeniyeti “şapka”dan ibaret sanınca olanlar oldu. Bunun altında başka bir şey daha var; bugün bile çağdaşımız, köylüden utanır, onun giyiminden, kuşamından utanır. Yani altında yatan şey “toplumun” var olan görüntüsünden haz etmemek var. Bunun anlaşılması o kadar zor değil, bu çağdaş mekteplerde okuyan zevatlar. Osmanlı’nın son beyzadeleri Anadolu’nun Türk’ünü, Kürd’ünü pek beğenmiyorlardı.

Hem gericiydiler, hem çirkindiler, hem de kötü giyimliydiler. Bize hala aynı bakıyorlar bu “beyaz beyzadeler”, bu beyzadelere “beyaz türk” demek pek yerinde bir benzetme olacağını sanmıyorum.

Bütün bu ayrımlarda hem aristokratik, hem sınıfsal bir bilinç var. O yüzden bu üst seçkinci zümre Anadolu’yu biçimlendirmek istediler. Aldıkları çağdaş eğitim ve çağdaş terbiyeye dayanarak.

Herkesinde bir adı vardı. Herkes Türk idi. Herkes Çağdaş idi. Herkes Avrupai tarzda idi. Bu tekçileştirme politikası bütün kitleleri birbirine düşman etti. Devlet herkes Türk deyince, bütün saldırılar gerçek Türk olanlara yöneldi, sanki biz ürettik bu kurguyu. Biz Türkler üretmedik. Osmanlının bu okumuş beyaz beyzadeleri üretti. Şimdi onların devamı olanlar üretti. Hala onun için mücadele veriyorlar.

Sayın Erdoğan için dillendirilen sıfatların kökeninde de bu tarihsel bilinç var. Çevrenin zaferini kabullenemiyorlar, çünkü hep kendileri bilir, kendileri okur, kendileri düzenler ve emir verir. Hele bazılarının isyanlarını duyar gibiyim:”bu askerler bu başbakandan nasıl emir alıyor” diye.


Gezideki isyanın kökenleri hala buralarda düğümlü, oligarşik zümrenin isyanın nedeni, ellerinden giden iktidarın hırsıdır. Ama zaman bir daha geri alınamaz. “ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır

Yorumlar

GEÇEN YIL

ATATÜRKÜN GİZLİ TARİHİ

Mustafa Kemal’e bakışın ne kadar hastalık bir hal aldığını izliyoruz. Onunla ilgili değerlendirmeler tarihi şartlarından uzak, ideolojik ve büyük oranda da cahilce analizlerden ibarettir. Tarihi kafalarına göre yorumluyorlar. Sosyolojiden bağımsız, içinde bulunulan zamandan soyutlanmış tarihi değerlendirmelerin zaten bir anlamı olamaz. Ancak gizli tarih, derin tarih, bilinmeyen tarih filan diye milletin gözünü boyarsınız, başka bir numara da çıkmaz sizin bu anlayışınızdan, cahilliğinizden. Kimse bir şey okumadığı için, internetteki bir şakayı bile tarihi hakikatler diye herkesi inandırabilirsiniz.  Şuan yaşadığımız şeyler de hep bunlarla ilgili, iş o kadar çığırından çıkmış görünüyor ki, adamlar Kant, Mevlana, Yunus Emre vesaire söylüyor diye sözler uydurup, bunlarla payeler elde ediyorlar. Akıl alır gibi değil. Bazı kimseler özellikle Mustafa Kemal’i karalama işini meslek edinmişlerdir. Onun üzerinden rant elde eden, onunla ilgili hakikati değil yalanları millet içerisi

OBJE OLARAK İNSAN

“İnsan anlamla güzelleşir. Anlamı olmayan, içi boş olan insan bir objeden öte bir şey değildir. Mevlana, yunus emre daha niceleri yalnızca anlamla var.” İnsan, bir çok açıdan bakıldığın elbette bir objedir. Somut, belli bir gerçekliği olan ve yer kaplayan olarak “varolan”ı ifade eder. Ama daha başka açılardan bakıldığında özellikle “kadim” uygarlığın yarattığı dünyadan bakınca insanın daha başka bir şey olması gerektiğini öğreniyoruz. O  kadim uygarlığın tam ortasında duran bireyler olarak insana daha başka bir gözle bakmamızdan ve insana “yüce”lik vermemizden daha doğal bir şey olamaz. Bu bakış açımız, günümüzde bir şekilde biçim değiştiriyor, ne olursa olsun her şekilde insana ait görüntüleri “alkışlama”, ne olursa olsun “paylaşma”, ne olursa olsun “beğen”me gibi bir takım alışkanlıklar edindik ve olur olmaz yerde bu ifadeleri sunuyoruz. Neden bu noktada olduğumuz sorusunun cevabını bulmak elbette mümkün, bir takım süreçlere baktığımızda bunun cevabını görebiliriz,

GAZZE'YE AĞIT

Çocuklar akın akın cennete uçuyorlar gülümseyerek. Annelerin,babaların feryatları gökleri inletiyor. Ağıtlar top seslerine karışıyor, acımasız ve haksız bir ölüm kol geziyor oyun oynayan çocukların yanı başında. Sinesini siper ediyor bir adam emperyalizme, batının ve onun uşaklarının mermilerine. Çocuklar emperyalizme meydan okuyor canıyla, bedeniyle,sapanıyla, sen uyurken, gazze tankların önünde dimdik, topların önünde dimdik, gururlu. Gazze bir bıcak gibi ruhumuza saplanıyor. Boğazımız düğümleniyor, çaresizliğimize ağlıyoruz. Dualar ediyoruz, zalim yahudinin elleri kursun, diye. Çocuklara kurşun sıkarken taş kesilsin kolları diye, dualarımız dilimizden öteye geçmiyor. Yaşamak istemenin bedeli bu kadar ağır mıdır? Herhangi bir insan gibi yaşamanın bedeli gazze de ölüm müdür? Sussak, sonsuza kadar sussak, yine de bu utançtan kaçamayız. Her şeyimiz varken izlemek, seyirci olmak, yaşama karşılığı gazzeyi ölüme teslim etmek, nasıl bir ruh halidir. Emperyal bir kurşund